8 Haziran 2009 Pazartesi

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ
İLİŞKİLERİ
(6)

Buraya kadar, AB’nin kişiliğini, neler yapmaya çalıştığını ve Türkiye üzerindeki esas amacının neler olduğunu, dilimin döndüğünce anlatmaya ve açıklamaya çalıştım.
Artık, AB’yi karakteri itibariyle tanıyor, bundan böyle, AB ile ilişkilerimiz konusunda neler yapmamız ve AB’ye karşı da nasıl davranmamız gerektiğini biliyor olmalıyız.
Ancak, ne acıdır ki; Türkiye’nin bugün içine düşürüldüğü durum çok farklıdır.

Ellerine geçirdikleri her fırsatta;

-Atatürk ve O’na ait değerleri yerden yere vurma,
-Atatürkçü Düşünce’yi ve Laik Cumhuriyet’in ve Temel
Değerleri ile bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’nı yok
etme,

gayretinde oldukları görüntüsü veren Dinci, yobaz, çağdışı Zihniyet’in, Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki görüşünün tamamen Teslimiyetçilik anlayışına dayanmakta olduğu açıkça sırıtmaktadır.

Dayatılan şartlarla AB’ye üye olmak demek;

-Atatürk Türkiyesi’ni emperyalist güçlerin kucağına
yeniden atmak,
-ABD ve AB’nin dayatmalarına boyun eğip,
hegemonyasına teslim olmak,
-Sömürge olmayı peşinen kabullenmek,
-Kısacası, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek,

demektir.

Bu, asla kabul edilemez!
Eğer böyle olacaksa; onca can ve kan pahasına Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı neden yaptığımızı ve Lozan Anlaşmasını niçin imzaladığımızı ve en önemlisi de Cumhuriyeti hangi amaç için kurduğumuzu gelecek nesillere nasıl anlatırız…?
AB yanlısı güçlerin, önlerinde engel olarak gördüklerinin başında Türk Silahlı Kuvvetleri gelmektedir.
Önceki bölümlerde de açıklamaya çalıştığım üzere; anayasamız Atatürk İlke ve Devrimleri, Devletin Birlik ve Bütünlüğü ile Laik Cumhuriyetin Temel Değerleri’nin korunması ve yüceltilmesi konusundaki sorumluluk görevinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait olduğunu teminat altına almıştır.
İşin nirengi noktası da burasıdır.
Neyi nasıl yapıp da bu engeli ortadan kaldırsınlar bilemiyorlar. Bunu becerebilmek için AB kapılarında yalvarıp yakarmalardan tutun da, AB’de önemli etkiye sahip ülkeler önünde dil döktürmelere kadar yapılmayan şaklabanlık kalmadı.
Türk Ulusu’nun onuru ayaklar altına alındı.
Cumhuriyet kurulduğundan bu yana, hiçbir hükümetin Dışişleri Bakanı, bir Avrupa ülkesinin havaalanında ve bir minibüsün içinde, Vizesi Yok! gerekçesiyle, saatlerce bekletilmedi. Buna bile, Eyvallah…! denildi.
Öteden beri gösterilen gayretlerin altında yatan gerçeğin, AB’nin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sesinin ve soluğunun bir an evvel kesilmesini sağlaması olduğu görüntüsüdür. Sokaktaki vatandaş bile bunu böyle bilmekte ve söylemektedir. Yoksa düne kadar ağız dolusu küfürler savurdukları, kendi tabirleriyle, Hıristiyan Kulübü olarak tanımladıkları AB’ye girebilmek için neden böylesine çabalasınlar ki?
Türk Ulusu, Milli Mücadele yıllarında, bu anlayışın çok daha kötüsüne, hatta ihanete varan şekline tanık olmuştur. İçinde, zerre kadar vatanseverlik duygusu bulunmayan ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bile Hain! olarak nitelendirdiği padişah Vahidettin başta olmak üzere Damat Ferit ve Kabinesi’ndeki bir kısım işbirlikçilerin, canları ve mallarının korunması karşılığında, İşgalcilerle girdikleri çıkar ilişkileri tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Bu Hainler, İşgalci emperyalist güçlere, Anadolu’nun, istedikleri yerlerini işgal etmelerine ses çıkartmayacakları garantisini vermişlerdir. Yeter ki canları ve malları korunsun.
Bugün için görünenin de pek farklı olmadığı şeklinde Halkımızda bir inanç oluşmuştur.
Türk Ulusu’nun en temiz, saf ve dokundurtmaya kıyamadığı dini inançlarını kullanarak, ABD’nin, Ilımlı İslam saçmalığıyla dayatmaya çalıştığı sözde yeni bir dini anlayışın yerleştirilmek istendiği de açıktır. Oyunun kurgulanmasının, ABD’de beslenen bir kısım odakların, ABD’nin belli kuruluşlarından sağladıkları destekle yapıldığı herkesçe bilinmektedir. Acı olan da; bu tezgahın Türkiye’de destek buluyor olmasıdır…

SONUÇ OLARAK

Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun; İstiklal’den
mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olma
mevkiinden yüksek bir muameleye layık sayılmaz.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK


Değerli Dostlar,
Dünya üzerinde Cumhuriyet Rejimi’yle yönetilen bir sürü ülke var. Yeryüzünün değişik bölgelerinde bulunan bu ülkelerin Cumhuriyet Rejimleri arasında elbette farklılıklar da var.
Örneğin:İran, bir İslam Cumhuriyeti’dir. Çin, Sosyalist bir Halk Cumhuriyeti’dir. ABD ise; Federal bir Cumhuriyet’tir.

Ancak, Mustafa Kemal’in, Milli Mücadele kapsamında gerçekleştirdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı neticesinde kurduğu Türkiye Cumhuriyeti; Halkın Egemenliği Esası’na Dayalı, Laik, Demokratik, Çağdaş ve Hukukun Üstünlüğü İlkesi esasları üzerine oturtulmuş bir Cumhuriyet’tir.
Görülebileceği gibi; Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısı ve ruhu, Dünya üzerindeki diğer cumhuriyet rejimlerinden farklıdır.
Biz Atatürk Gençliği’nin en büyük hedeflerinden birisi de; Türkiye Cumhuriyeti’ni Muasır Medeniyetler Seviyesine Ulaştırmaktır. Bunun için de AB’ye veya bilmem nereye girmek da şart değildir.
Çünkü, Atatürk İlke ve devrimleri ile Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne, canı pahasına bağlı ve bölgesinde de önemli bir konuma sahip olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, ne başkası ve/veya başkalarının himayesine, ne de başkası ve/veya başkalarını koltuk değneği yapmaya ihtiyacı yoktur.
Ama, aynı bölgede bulunmamız ve ortak sınırlara sahip olmamız münasebetiyle Avrupa Ülkeleriyle bir ortaklık ve/veya birlik içinde olunacaksa; bu değerlendirilebilir. Komşularımızla iyi ilişkiler içinde bulunmak barış ve huzuru tesis ederek mutlu yaşamaya çalışmak ana amaçlarımız arasındadır.
Ancak, unutulmamalı ki; Ulusumuz, onuruna büyük önem vermektedir. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bize emanet ettiği Laik Cumhuriyet Rejimi’ni korumak ve yüceltmek en başta gelen ulusal görevimizdir. Ne yapacaksak; bu temel çizgimizden sapmadan yapacağız.

Çok gerekli olmamakla beraber, bir gün AB üyeliği söz konusu olacaksa;

-Kişiliğimize ve kimliğimize sahip çıkacağımızdan,
-Temel haklarımızı sonuna kadar savunacağımızdan,
-Tam bağımsızlığımıza bağlı kalacağımızdan,
-Onurlu Ulusal Dış Politikamızı terk etmeyeceğimizden,
-Özgürlüğümüzden asla en ufak bir taviz vermeyece-
ğimizden,
-Barışçıl, birleştirici ve uzlaştırıcı çizgimizden kopmayacağı-
mızdan,
-Hiçbir şekilde ve ad altında dayatma, himaye, manda
kabul etmeyeceğimizden ve sömürge olmayacağımızdan,
-En önemlisi olan Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik
Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne olan bağlılığımızdan
kesinlikle ayrılmayacağımızdan,
hiçbir şekilde endişe duyulmamalı.
…………………..
Dürüst ve gerçekçi olmalıyız.
Farklı kültürlere sahip yaklaşık 250 milyon civarındaki Avrupa insanının, ortak sınırlarla, beraberce ve sorunsuz bir şekilde yaşamaları elbette kolay değildir. Böyle bir birlik oluşturulacaksa; bunu sağlamanın, madalyonun arkasını önüne çevirmek kadar kolaylıkla sonuçlanabileceğine inanmak safdillik olur.
Unutulmamalıdır ki; Milletler kolayca ve emek harcamadan elde ettiklerinin bedelini, gelecek nesilleri vasıtasıyla ve çok ağır olarak öderler. Son birkaç yüzyıllık tarihe bakıldığında, bunun sayısız örneklerini görebilmek olasıdır.
O halde; Akıllı olmak gerekmektedir!
Bu itibarla, Türkiye–AB ilişkileri, Türkiye’nin de üye olması şeklinde şekillendirilmek isteniyorsa; üyelik için ilk başvuru tarihi esas alınarak;
-Gümrük Birliği Anlaşması(TBMM’nin onayı alınmadığı için
hukuken geçerli değildir…
),
-Bugüne değin yapılmış bütün anlaşmalar ve altına girilmiş
taahhütler,
-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin durumu ve Kıbrıs'ın
geneli konusuyla ilgili hususlar,
-Her ne şart altında ve amaçla atılmış olursa olsun bütün
imzalar,
-Kısacası AB ile Türkiye arasındaki her husus,

birbirimize karşı saygılı olmak ve yukarıda da değindiğim maddeler göz önünde bulundurulmak kaydıyla yeniden ele alınıp görüşülmelidir.
Ülkemizin, bazı Avrupa ülkeleri ile olan ve yıllardan beri süregelen anlaşmazlıkların, Türkiye Cumhuriyeti’nin hassasiyetleri ve kırmızı çizgileri göz önünde bulundurularak çözüme kavuşturulması önemlidir.
Türkiye’nin, hiç kimsenin bir karış toprağında ve malında gözü yoktur. Ama, Bize ait değerler söz konusu olduğunda da; onları koruma konusunda canımızı bile verebileceğimiz gözden uzak tutulmamalıdır. Bunların dışında bir Birlik veya Topluluk üyeliğini kabul etmenin; Atatürkçü Düşünce ve Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ihanet etmekle eş anlamlı olacağı açıktır.
Bundan hiç kimsenin en küçük bir endişesi dahi olmasın!

CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

6 Haziran 2009 Cumartesi

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ
İLİŞKİLERİ
(5)
Avrupa Birliği’nin Gerçek Yüzü
(C)


Avrupa Birliği’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden Rahatsızlığı

Bugüne değin, gerek AB’nin ilerlemeden sorumlu yetkililerinin söylemlerinde, gerekse AB Dönem Başkanı’nın Türkiye ziyareti esnasındaki açıklamalarında, üstü kapalı bir şekilde, sözün ucu mutlaka Türk Silahlı Kuvvetleri’ne getirildi.
Konu hakkında dillendirilen ifade;
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Sivil Yönetimi önemli oranda etkilediği... tarzında, yuvarlak ve mesaj verir mahiyette. Yani, Lafın tamamı deliye söylenir ifadesinde söylenmek istendiği gibi, o muhteremler de, lafı tam söylemiyor, …anlayan anlasın… dercesine, yarım bırakıp, gerisini de, Anlayın Artık! demeye getiriyor.
Onların söylemeye can atıp da söyleyemediklerinin ne olduğunu açıkça söylersek:
Diyorlar ki; Türk Silahlı Kuvvetleri, siyasi otoriteye müdahale ediyor. Bunu doğrudan yapmasa bile; açıklamalarıyla mesajlar vererek dolaylı olarak yapıyor. Bu yapılmasın…
AB’nin sözde cevvalleri, karton kahramanlar böyle havlarken, misyonlarının gereğini yerine getiriyor. Onlara yüklenen görev bu. Adamlar görevlerini yapıyor. Burada sorun; bu sözleri onlara söyleten ağababalarının kim oldukları ve bunları söylemeye nasıl cesaret bulduklarıdır. Kendi yurdumuzda, sömürgelerindeymiş gibi rahat hareket edip, talimat verircesine konuşma haklarını nasıl oluyor da kendilerinde görüyorlar? Bunların iplerinin ABD’nin elinde olduğu tartışılmaz bir gerçek. İyi de; Atatürk Türkiyesi’nin yöneticileri nerede? Onların neden hiç sesleri çıkmıyor?
Efendiler!
Herkesler aklını başına almalı. Öteden beri bu adamların densizlikleri ve dolaysıyla da saçmalıkları yetti artık. Şimdi de, Trakya’yı bize bırakın deme terbiyesizliğini dillendiriyorlar. Henüz, siyasilerimizden ciddi bir tepki de görmüş değiller.
Bu ne küstahlık!?
Bu aciz yaratıklara ağızlarının paylarını vermesi gereken Türkiye Cumhuriyeti hükümeti neden hiçbir şey söylemiyor? Yoksa bir korku, bir endişe mi söz konusu?
Burada bir kez daha hatırlatmakta yarar olduğunu düşünüyorum:
Anayasamızın amir hükümleri gereği olarak, Devletin Birlik ve Bütünlüğünü korumak ve Laik Cumhuriyet Rejimi'nin yılmaz bekçiliği ve koruyuculuğunu yapmak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin en başta gelen asli görevidir.
Ancak, AB’nin cevval görünümlü acz içindeki görevlilerinin ve Türkiye’deki AB çığırtkanları ve heveslilerinin söylemek istedikleri husus;
Zamanla dinci, şeriat heveslisi, çağdışı, yobaz ve Atatürk ile O’na ait bütün değerlere düşman olduğunu saklamaya dahi ihtiyaç duymayan bir kısım zavallıların, Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na zarar veren açıklamaları, Vatan’ın bütünlüğü ve bölünmezliği hakkındaki saçma sapan değerlendirmeleri ile Laiklik tanımının yeniden yapılması, İrtica tehlikesinin bulunmadığı vb şeklindeki şeriat motifleriyle süslenmiş açıklamaları gibi söylemleri karşısında; Türk Silahlı Kuvvetleri, Yargı Organları Temsilcileri, Üniversiteler, Demokratik Kitle Örgütleri gibi kurumlar ile bu çerçeve ve anlayıştaki kişilerin, adı geçen söylemler karşısındaki oldukça sert bir tarzda cevap veriyor olmaları
ise; bunu açık yüreklilikle söylesinler.
Zaten, öteden beri kurgulanan oyun ortada. Atatürk Türkiyesi hakkında, …böl, parçala ve yok et… planı uygulandığı adeta sırıtıyor.
Olayın, yeterince açık bir şekilde anlaşılabilmesi için, birkaç yıllık geçmişte yaşanan ve medyada da geniş bir şekilde yer alan bazı açıklamaları, kısaca hatırlatmak istiyorum:
O dönemde, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Genelkurmay Başkanı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanları, Cumhuriyet Rejimi, Laiklik, İrtica ve Vatanın Bölünmez Bütünlüğü konularında ciddi açıklamalarda bulundular.
Başta Başbakan ve bazı Bakanlar, hemen yanıt verdiler :
Türkiye Yasalarında İrtica diye bir suç yoktur. Laikliğe aykırı davranan varsa bize haber versinler gereğini yapalım.
Bu açıklamaların üzerinden fazla bir zaman geçmeden Anayasa Mahkemesi, şu an hükümette olan siyasi parti hakkında, Laikliğe karşı eylemlerin odağı… şeklinde bir hüküm verdi. Bunlar göz ardı edilebilecek hususlar değildir.
…………………
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni savunmak benim işim değil. Buna ihtiyaçları da olmadığı inancındayım. Ama, Anayasamızın gereği olan bir husus neden kabullenilmiyor? Üstelik de bunlar, Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleridir. Bunun Türk Ulusu tarafından iyi bilinmesi gerekiyor.
AB’nin kabullenmek istemediği de bu. Hatta Anayasamızın değiştirilmesi, Sivil Anayasa yapılması gibi hususların sıkça dillendirilmesi de buradan gelmektedir.
Dertleri, Türkiye Cumhuriyeti’ni savunan güçleri önce yıpratmak ve zayıflatmak, sonra da başarabilirlerse ortadan kaldırmak.
Onlara verilebilecek tek cevap:
Ordumuz, Türk Birliğinin, Türk Kudretinin ve kabiliyetinin, Türk Vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz, Türk Topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için harcamakta olduğumuz sistemli çalışmaların, yenilmesi imkansız teminatıdır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Bu sözler, üzerinde tartışılamayacak tarihi ifadelerdir. Buna itirazı olanlar varsa; çıksın açıkça, mertçe söylesin. Söylesin ki; biz de kimin ne olduğunu bilelim!
(Sürecek)

CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

5 Haziran 2009 Cuma

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ
İLİŞKİLERİ
(4)

Avrupa Birliği’nin Gerçek Yüzü
(B)


Azınlıklar ile Vakıfları ve Ekümeniklik

Azınlıklar olarak tanımlanan Türk vatandaşlarından, herhangi bir sebeple ülkemizden ayrılıp başka ülkelere yerleşmiş olanlar; dünyanın hiçbir ülkesinde, Türkiye’de olduğu kadar özgür olamamışlardır. Bunun örnekleri için tarihe bakmak yeterlidir.
Yakınçağ tarihimize şöyle bir göz gezdirildiğinde; topraklarımız üzerinde, yüzyıllardır, toplumun en lüks ve zengin yaşamını Azınlıklar sürdürmüşlerdir. Ülkenin dört bir yanındaki kiliselerinden yükselen çan seslerinin, minarelerdeki ezan seslerini bastırmasına bile hoşgörü ile bakılmıştır. Osmanlı döneminde Ordu içerisinde üst düzey komutanlık rütbesine kadar yükselebilmişler, devlet memuriyetinde en üst unvanlarda dahi görev yapabilme imkanına kavuşmuşlardır, bakanlık dahi yapanlar vardır.
Bunca hoşgörünün sonucunda ne ile karşılaşmışız?
Elerine ilk imkan geçtiğinde; i h a n e t ç ı ğ l ı k l a r ı atmışlardır.
Tabii burada, halen Türkiye’de yaşayan ve ülkesine bağlılığı konusunda en ufak bir endişe duyulmayan vatandaşlarımızı, bu nitelemenin dışında tutuyorum. Onlar, bizim vatandaşımız oldukları sürece; her zaman başımızın üzerinde yerleri olacaktır. Sakın bir yanlış anlama olmasın. Onlara kimsenin bir diyeceği de yoktur.
Asıl söylenmek istenen; Azınlık Vakıfları Kurulması, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve özgürce din adamı yetiştirilebilmesi adı altında, Ekümenik sıfatı ve nitelikleriyle, Lozan Anlaşması’na karşın, İstanbul’da, tam bağımsız bir Ortodoks Rum Devleti kurulmak istenmesidir.
Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti içinde, bağımsız Ekümenik Ortodoks Rum Devleti nasıl kurulabilir? Yani Devlet içinde, her yönüyle bağımsız başka bir Devlet! Nerede kaldı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda şehit verdiğimiz onca vatan evladının ardından elde ettiğimiz ve Lozan Anlaşmasıyla da bütün dünyaya kabul ettirerek tescillettirdiğimiz tam bağımsızlığımız?
Bunu önerenlerin amacı belli. Önceki bölümde de söylediğim gibi; emperyalistlerin dertleri, Lozan Antlaşması ile kaybettiklerini; dolaylı yoldan, yeniden ele geçirmektir. Elin ağzı torba değil ki; büzerek bir kenara koyasın. Ama, gereken tepkiyi vermeyen siyasi iktidarlara ne demeli?
Şu gerçek asla göz ardı edilmemeli ve de unutulmamalıdır:
Türkiye Cumhuriyeti’nin, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması’yla elde ettiklerinin, AB’nin, çeşitli Bizans oyunları yöntemleriyle geri almaya çalışmasına hiçbir zaman müsaade edilmeyecektir. Bunun için, Türk Ulusu’nun cesedinin çiğnenmesi gerekecektir!
Ulusumuz, tam bağımsızlığı uğruna bunca şehidi boşuna vermemiştir!

Ermenistan Meselesi

Ermenistan ile olan sorun sadece sınır konusu değildir. Açıklanmak istenip de açıkça söylenemeyen husus; Sözde Ermeni Soykırımı’nın kabul edilip / edilmeme meselesidir.
Şimdi, biraz tarihsel gerçeklere bakalım :
Birinci Dünya Savaşı yılları. Osmanlı ordusu bir çok cephede düşmanla savaş halinde. Padişah ve İstanbul Hükümeti, keyfi uygulamalarla günü kurtarma gayretlerinde. Anadolu, sadece sıra vergi almaya geldiğinde hatırlanıyor ve ilgileniliyor. Padişah ve İstanbul Hükümeti, koltuklarını koruma derdinde.
Ülke bu durumda iken; Anadolu’nun, daha çok doğusunda ağırlıklı olarak yerleşmiş olan Ermeniler, ayaklanmışlardır. O bölgede Ruslarla savaş halinde bulunulmaktadır. Ermeniler, Ruslarla birlik olup, Osmanlıya karşı cephe almışlardır. Daha da önemlisi, çeteler oluşturmuşlar ve orduyu arkadan vurarak bölgedeki bir kaç vilayetimizi de zaptetmeyi başarmışlardır.
Aslında, o dönemde, ülkenin başka yerlerinde de yerleşik durumda olan Ermeniler vardır. Ama, asla diğer bölgedekilerin yaptıklarını tasvip etmemişlerdir. Her fırsatta da; yapılmakta olanın bir i h a n e t olduğunu ve bunu asla kabul edemeyeceklerini ifade etmişlerdir.
Tarihimizin hiç bir döneminde ihanete müsaade edilmemiştir.
E r m e n i İ h a n e t i' ne de müsaade edilmemiştir. Derhal zorunlu göç kararı alınarak; Ermeniler, güneyde kalan topraklarımıza yani bugünkü Irak, Ürdün ve Suriye gibi ülkelere gönderilmeye başlanmıştır.
Göç esnasında, Ermeni çetelerin provokatif hareketleri karşısında, Ordu, hem kendi askerini, hem de himayesinde bulunan Ermenileri korumaya çalışmıştır. Bu da doğal olarak ciddi çatışmalar yaratmıştır. Sonuçta, her iki taraftan da can kaybı olmuştur. Ama katiyetle bir Ermeni Soykırımı söz konusu değildir.
Savaşta bile düşmanına insanca muamele gösteren Türk Askeri, değil ki böyle bir göç esnasında himayesindekini öldürsün. Bu mümkün değil. Olamaz da!
Bunun tarihte bir çok örneği olmasına karşın; Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan bir örnekle yetinelim:

“...Halide Edip Hanım, Ruşen Eşref Ünaydın ve Binbaşı Kemal Bey otomobille Adala'ya(Büyük Taarruz'da 2. Ordu Karargahı) yetişmeye çalışıyorlardı.
Binbaşı birden, şoföre;
‘Dur !’ diye bağırdı.
Araba yavaşlayıp durdu. Binbaşının dikkatini bir esir Yunan subayını geriye götüren bir asker çekmişti. Yunan subayı eşeğe binmişti. Asker yayaydı. Asker binbaşıyı görünce selam verdi. Yunan subayı eşekten indi. Hasta suratlı biriydi.
-Kim bu?
-Bir esir.
-Nereye götürüyorsun?
-Geriye. Alay karargahına.
Binbaşı kızdı;
-Ulan sen bunun seyisi misin, yoksa hizmet eri misin? Hayvana sen bin, o yürüsün.
Asker, üçünün de yüreğini titreten bir iç temizliğiyle,
-Hiç olur mu Komutanım... dedi.
-O şimdi ocağından kopmuş bir gurbet adamı. Misafir. Bana emanet.
Binbaşı gözlerinin dolduğunu belli etmemek için başını çevirip şoföre ‘Yürü!’ diye bağırdı.
Araba hareket etti. Asker selam durdu. Sonra Yunan subayına eşeğe binmesini işaret etti :
-Haydi bin çorbacı. Akşam karavanasına yetişelim. Aç kalma.
Yola düştüler.
(Turgut ÖZAKMAN, Şu Çılgın Türkler,s: 659)

Sonuçta; 1915 yılındaki zorunlu göç esnasında, asla bir Ermeni Soykırımı olmamıştır. Söz konusu dahi değildir.
Bilakis, her iki taraftan, salgın hastalıklar itibariyle çok sayıda insan zaiyatının bulunduğunu tarih de kaydetmektedir.
Görüldüğü üzere; yaşadıkları yerlerde iki ateş arasında kalan Ermenilerin korunmaya çalışılması, diğer taraftan Ruslarla işbirliği yaparak Ordu ile savaşan ve bir de Ermeni Çetelerin, ihanet ederek, Orduya arkadan saldırılarda bulunmasını önlemek amacıyla yapılmış olan zorunlu göç esnasında, çoğunlukla da baş gösteren salgın hastalıklar neticesinde meydana gelen ölüm olaylarına, Ermeni Soykırımı yapılmıştır yakıştırması yapmanın mantığı yoktur. Ermeni kökenli tarihçiler bile böyle bir Sözde Ermeni Soykırımı’nın olmadığını, belgelerle anlatmaktadır. Ama olayın arkasında ABD ve uluslararası alanda oldukça büyük ekonomik gücü ellerinde bulunduran Ermeni Lobisi vardır. Türkiye’yi, bir an evvel bölüp, parçalamak ve sonra da yok etmek için bir kampanya da bu kanattan sürdürülmektedir.
Ancak, ne acıdır ki; Türk Ulusu içinde yaşadığımız yıllarda, Türkler 1.5 milyon Ermeni’yi öldürdüler. diyen bir yazarının olduğunu ve son zamanlarda maalesef, Ermeniler’den Özür Dileme Kampanyası başlatan sözde aydınların bulunduğunu da görmüş ve yaşatılan çirkin havayı yaşamıştır…
Buna, Anadolu’da söylendiği şekliyle, Ağacın kurdu içinde… ifadesi yakıştırılabilir. Ama bu topraklar üzerinde asırlardır yaşayan bu Türk Ulusu, ne pahasına olursa olsun, eminim ki bu badirelerin de üstesinden gelecektir.
(Sürecek)
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

3 Haziran 2009 Çarşamba

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ
İLİŞKİLERİ
(3)
Avrupa Birliği’nin Gerçek Yüzü

(A)


Buraya kadar bazı ayrıntıları anlatmış olmamla beraber; AB olayının gerçek yüzü, sadece, bu anlattıklarımla sınırlı değildir. Bunlar genel çizgilerdir. Masa başında yapılan ikili müzakereler bize ne kadarı anlatılıyor dersiniz? Sizce, Türk Ulusu, AKP ve Zihniyeti iktidarınca sürdürülen müzakerelerden tam manasıyla haberdar ediliyor mu?
Hiç sanmıyorum!
Gelinen noktaya baktığımızda; bugüne değin olan ilişkilerde, şartların yeterince tetkik edilmediği, içeriye dönük basit siyasi hesaplar, çıkarlar ve kısaca siyasi hırs ve çeşitli rant uğruna her şeye evet denildiği açıkça sırıtmaktadır. Bir kısım siyasilerin, ‘Ülkeyi Avrupa Birliği’ne sokma yolunda büyük adımlar attık, vs’ şeklindeki söylem ve propagandalarının oy avcılığı için yapıldığı açıkça ortada. Onlar da biliyorlar ki; Avrupa Birliği, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni, hiçbir zaman değil daimi, üye olarak bile almayacaktır. Nitekim, son zamanlarda Fransa Cumhurbaşkanı ile Almanya Başbakanı’nın söyledikleri, bu ifadelerimin açık birer kanıtı değil mi?
AB, kendi bildiği yolda kararlı bir şekilde yürüyor. Sorun bizim siyasilerde. Gerçekleri görmezden gelmeleri, hatta görmek istememeleri başımıza çok işler açtı. Daha da açacağı geride. Açıkçası insanlarımız uyutuluyor.
…………….
Bütün olup bitenlere karşın, asli görevimiz, Türk Ulusu’nu gerçeklerden haberdar etmektir. Gayretlerimiz bunun üzerinedir.
Öncelikle de; Avrupa Birliği’nin Gerçek Yüzünü görebilmemiz için, bizden istenenlerin bir kısmına, kısmen, bakmakta yarar var:

Adalet Sistemimiz

Adalet, adil uygulanabildiği zaman bir anlam taşır. Bu, bütün dünya için böyledir.
Türkiye Cumhuriyeti, Demokratik, Laik, Hukukun Üstünlüğü ilkesini prensip edinmiş sosyal ve üniter bir devlet yapısını esas almıştır.
Unutulmamalı ki; Hukuk, bir gün herkese lazım olacaktır.
Ancak, Türkiye’ye adalet ve hukuk sistemleri konusunda akıl vermeye, yol göstermeye çalışan AB’nin, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı her türlü suçu işlemiş olan, teröristinden katiline kadar bütün suçluların, üye ülkeler tarafından korunuyor, besleniyor ve destekleniyor olmasının mantığını açıklaması gerekmiyor mu? Suçluyu besleyerek himaye edecek, oluşturdukları terör örgütlerine destek verip büyümelerini, gelişmelerini sağlayarak, her türlü yardımda bulunacak, propagandalarını rahatça yapsınlar diye yasa dışı televizyon yayınını bile yapmalarına izin verilecek, bir de eline silah tutuşturup Türkiye üzerine salacaksınız; sonra da hukuk, adalet sistemi ve insan hakları gibi temel kavramlar üzerine ahkam keseceksiniz.
Yemezler Efendiler, Yemezler!
AB, belki mevcut siyasilerimizle iyi temaslar içinde bulunabilir. Müzakereler yürütülüyormuş gibi yapılıp, kapalı kapılar ardında Türkiye Cumhuriyeti’nden hangi tavizlerin nasıl koparılabileceğinin hesapları yapılıyor olabilir. Bu görüşmeler, tarih mahkemesinin önüne çıkmasın diye, tutanaklara da geçirilmeyebilir.
Hatta siyasilerimiz, Avrupa Birliği’ne Uyum ve Entegrasyon gibi saçmalıkları gerekçe gösterip, Meclis çoğunluğundan da yararlanarak, bir kısım yasalarımızla oynamış ve onları, amiyane tabirle, kuşa çevirmiş de olabilir.
Ancak, Türk Ulusu’nun sabrının da bir sonu olduğu gözden ırak tutulmamalıdır. Ozan’ın dediği gibi ; ‘Bu Ülke, Otuz Kupon’a alınmadı… !
Türk Ulusu artık gözleriyle değil, beyni ile de görmeye başlamıştır.
Kapısının önünü temizlemekten acze düşmüş ve yakın geçmişte, kendi vatandaşlarına bile köle muamelesi yaptıkları tespit edilmiş olanların, Türkiye’ye, hukuktan, adaletten ve insan haklarından bahsetme hakları yoktur.
Olmamalıdır da!
Efendiler! Siz öncelikle kendi kapınızın önünü temizlemelisiniz...!

Eğitim Sistemimiz

Türkiye Cumhuriyeti, üniter bir devlet olup, eğitim dili Türkçe’dir. Ülkenin her bireyinin eğitimden eşit olarak yararlanmak en doğal hakkıdır. Bunda hiçbir kısıtlama söz konusu değildir.
Hatta eğitimin ilk 8 yıllık İlköğretim kısmı da zorunludur. Bu uygulama, yasalarla da teminat altına alınmıştır.
AB’nin cevvalleri ise; ‘…herkese eşit ve anadillerinde eğitim hakkı sağlanmalı…’ diye saçmalayıp duruyor. Ne acıdır ki; işin aslı astarı yeterince anlaşılmadan, bazı aklı evveller hemen konuya balıklama atlayıp, yazıp, söylemeye, televizyon ekranlarından döktürmeye başlıyor.
Söylenmek istenip de açıkça söylenemeyen konu; şimdilik Kürtçe dilinde eğitim imkan tanınmasıdır. Dil altındaki baklaların birisi de; Ülkenin belirli yörelerinde, Kürtçe, Çerkezce, Tatarca, Lazca, vb dillerinde resmi eğitim yapılmasıymış!
Nerede, bu ülkenin binlerce şehidin kanı uğruna elde edilen tam bağımsızlığı?
Nerede, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Birliği, Bütünlüğü ve Üniter yapısı?
Acaba, bu dillerde eğitim yapacak olanlarla konuşsak; böyle bir istekleri var mıdır?
Elbette ki yok!
AB kim oluyor da benim yani Türkiye Cumhuriyeti’nin, tam bağımsızlık anlayışına müdahale etme hakkını ve haddini kendinde bulabiliyor?
Bunların böylesine pervasızca havlamalarına kimler müsaade ediyor?
Neden?
(Sürecek)
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

1 Haziran 2009 Pazartesi

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ
İLİŞKİLERİ
(2)

Avrupa Birliği’nin Amacı Nedir?

AB Komisyonu, her yıl güz aylarında Türkiye İlerleme Raporu hazırlar ve bunu, sömürge ülkeleri muhtırası gibi de yayınlar. Bizdeki siyasi iktidarlar da; bundan sonra sözü dolandırıp, Türk Ulusu’na pembe tablolar çizme gayretine soyunur. Ülkeyi yönetenler, kendi Ulusu’nun yanında olacağına, düne kadar küfrettiği, ‘Hıristiyan Kulübü’ dediği AB’nin çıkarlarını savunur bir havaya bürünür.
Bu, Türkiye İlerleme Raporu’na biraz değinelim:
Raporun İçeriği; yayınlandığı tarihten itibaren gelecek rapor tarihine kadar olan dönemde yapılması istenenlerin listesini kapsar. Yani, diğer bir ifadeyle, bizden yapmamız istenen hususlardır. Sömürge Talimatnamesi de diyebilirsiniz…
Genel hatlarıyla Türkiye’den istenen nelerdir?

1-Anayasa tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama görevinin olabildiğince törpülenmesi. Diğer bir ifadeyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sesinin kesilmesi.

2-Adalet Sistemi’nde, kendi arzularına uygun düzenlemeler yapılması.

3-Fener Rum Ortadoks Patrikhanesi’nin ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve Yabancı Dini Azınlıklara ve Vakıfları’na mal edinebilme haklarının yeniden verilmesi.

4-Milli Eğitim’in revize edilmesi ve eğitim dilindeki Türkçe zorunluluğunun kaldırılması.

5-Kıbrıs konusunda Rum isteklerinin kayıtsız şartsız kabul edilmesi. Kıbrıs’ın verilip sıkıntının sona erdirilmesi.

6-Dini topluluklara ilişkin hakların verilmesi.

7-Ermenistan’la olan sorunların çözüme kavuşturulması. Yani, Sözde Ermeni Soykırımı’nı kabul edilmesi ve Türkiye-Ermenistan sınırının açılması.

8-Irak’ın Kuzeyi’nde barındırılan ve Kürt kökenli vatandaşlarımıza da oldukça zarar veren bölücü terör örgütüyle olan sorunların giderilmesi. Yani, diğer bir ifadeyle teröristlerle masaya oturulup konuşulması ve el sıkışılması.
…………….
Çok özetle yazmaya çalıştığım bu konuları daha ayrıntılı açtığımızda; ortaya dosyalar, klasörler dolusu istekler çıkmaktadır. Ama, genel hatlarıyla istenenler de bunlardır. Bugüne değin birkaç kez yayınlanan Türkiye İlerleme Raporları’nda bunlar ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Siyasi irade de; bunlar üzerine kafa yormuşlar, zaman harcamışlar ve olabildiğince de gayret gösterme sevdasına düşmüşlerdir.
Fakat asıl çığırtkanlar başkadır. Malum Raporlar yayınlanır yayınlanmaz, birden Herkes konunun uzmanı olur. Köşe yazıları, televizyon kanallarında açık oturumlar. Ortalık şamatadan, ahkam kesmelerden geçilmez. Toz duman içinde sapla saman birbirine karışır ki, ayır ayırabilirsen.
Samimi olanlara diyecek sözüm yok. Ellerinden geleni yapmaya çalışırlar. Ama; bir de Ali Kemal ruhlular var ki; sormayın gitsin! Öyle görüşler açıklarlar ki; anlayanlar çok iyi anlıyor da, genelde bu AB çığırtkanlarının söylediklerini Türk Ulusu’nun çoğunluğu anlamaz. Zaten onların amacı da budur. Yoksa Halkımızın anlama konusunda bir sıkıntısı yok. Anlatanlar böyle yaparlar ki; ortalık daha da karışsın ve önemli bir şeyler anlatılıyormuş havası yaratılsın. Bunu yaparken de; riyakarlıkları gereği, Atatürk’ün ‘Muasır Medeniyetler Seviyesine Ulaşma’ sözüne atıfta bulunmaktan geri kalmazlar. Hani sözüm ona, Atatürkçü gözükerek inandırıcı olacaklar ya!
Halbuki çok önemli bir gerçek gözden kaçırılmaktadır…
Atatürk’ün ‘Muasır Medeniyetler Seviyesine Ulaşmak’ olarak işaret ettiği; Batı’nın, yani bize göre daha gelişmiş milletlerin bilim, sanayi, teknoloji, sanat, eğitim vb gibi hususlardaki gelişmelerinin, Ülkemiz şartlarına uygun düşebilecek kısımlarının örnek olarak alınması ve Türkiye şartlarına göre bu konularda uygun çabaların gösterilmesi esastır. Zamanla bir kısım kıt akıllılarca söylendiği gibi, Atatürk’ün bu sözünün amacı, Asla Batıcı olmak veya Batı Taklitçiliği yapmak falan değildir!
Bunların amaçları başkadır. Çığırtkanlar da bu işin tellallığını yaparlar.
Atatürk Türkiyesi, bir şekilde oyuna getirilmek istenmektedir. Bu bir asırlık bir rüyadır. Birileri çıkıp da akıl hocalığına boşuna soyunmasın. Altı yüzyılı aşkın bir süre, Padişahlıkla yönetilmiş bir ülkede; Ümmet iken Millet ve Teba iken de Vatandaş olma başarısını gösterebilmek uğruna bir çok cephede, nice evlatlarını, gözünü kırpmadan şehit vermiş olan Yüce Türk Ulusu, adına Avrupa Birliği denilen ve emperyalizmin, çağımızdaki en önemli maşası durumunda olan bir topluluğun, saçmalıklarına gerek kalmaksızın, kendi ayakları üzerinde ve onuruyla durabilme büyüklüğüne sahiptir ve sahip olmaya da devam edecektir! Bundan hiç kimsenin zerre kadar endişesi olmasın..!
Türk Milleti’nin gerçek dostu sadece ve sadece kendisidir! Tarihimizin onurlu sayfalarında hak ettiği yeri almış bulunan örnekler, bunu ispatlamaya yeter de artar bile!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yıllar öncesinden, sanki bugünlere atıfta bulunarak, olayın adını koymuştur:
Hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!
Paniğe kapılmaya gerek yoktur. Mevcut siyasi irade de elbet gerçekleri er veya geç görecektir. Türkiye’yi asla AB üyeliğine almayacakları, yapılanların tamamının oyalama olduğu, siyasi irade tarafından nasıl olsa bir gün öğrenilecektir.
Umarım çok geç kalınmaz.
(Sürecek)
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi