5 Haziran 2009 Cuma

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ
İLİŞKİLERİ
(4)

Avrupa Birliği’nin Gerçek Yüzü
(B)


Azınlıklar ile Vakıfları ve Ekümeniklik

Azınlıklar olarak tanımlanan Türk vatandaşlarından, herhangi bir sebeple ülkemizden ayrılıp başka ülkelere yerleşmiş olanlar; dünyanın hiçbir ülkesinde, Türkiye’de olduğu kadar özgür olamamışlardır. Bunun örnekleri için tarihe bakmak yeterlidir.
Yakınçağ tarihimize şöyle bir göz gezdirildiğinde; topraklarımız üzerinde, yüzyıllardır, toplumun en lüks ve zengin yaşamını Azınlıklar sürdürmüşlerdir. Ülkenin dört bir yanındaki kiliselerinden yükselen çan seslerinin, minarelerdeki ezan seslerini bastırmasına bile hoşgörü ile bakılmıştır. Osmanlı döneminde Ordu içerisinde üst düzey komutanlık rütbesine kadar yükselebilmişler, devlet memuriyetinde en üst unvanlarda dahi görev yapabilme imkanına kavuşmuşlardır, bakanlık dahi yapanlar vardır.
Bunca hoşgörünün sonucunda ne ile karşılaşmışız?
Elerine ilk imkan geçtiğinde; i h a n e t ç ı ğ l ı k l a r ı atmışlardır.
Tabii burada, halen Türkiye’de yaşayan ve ülkesine bağlılığı konusunda en ufak bir endişe duyulmayan vatandaşlarımızı, bu nitelemenin dışında tutuyorum. Onlar, bizim vatandaşımız oldukları sürece; her zaman başımızın üzerinde yerleri olacaktır. Sakın bir yanlış anlama olmasın. Onlara kimsenin bir diyeceği de yoktur.
Asıl söylenmek istenen; Azınlık Vakıfları Kurulması, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve özgürce din adamı yetiştirilebilmesi adı altında, Ekümenik sıfatı ve nitelikleriyle, Lozan Anlaşması’na karşın, İstanbul’da, tam bağımsız bir Ortodoks Rum Devleti kurulmak istenmesidir.
Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti içinde, bağımsız Ekümenik Ortodoks Rum Devleti nasıl kurulabilir? Yani Devlet içinde, her yönüyle bağımsız başka bir Devlet! Nerede kaldı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda şehit verdiğimiz onca vatan evladının ardından elde ettiğimiz ve Lozan Anlaşmasıyla da bütün dünyaya kabul ettirerek tescillettirdiğimiz tam bağımsızlığımız?
Bunu önerenlerin amacı belli. Önceki bölümde de söylediğim gibi; emperyalistlerin dertleri, Lozan Antlaşması ile kaybettiklerini; dolaylı yoldan, yeniden ele geçirmektir. Elin ağzı torba değil ki; büzerek bir kenara koyasın. Ama, gereken tepkiyi vermeyen siyasi iktidarlara ne demeli?
Şu gerçek asla göz ardı edilmemeli ve de unutulmamalıdır:
Türkiye Cumhuriyeti’nin, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması’yla elde ettiklerinin, AB’nin, çeşitli Bizans oyunları yöntemleriyle geri almaya çalışmasına hiçbir zaman müsaade edilmeyecektir. Bunun için, Türk Ulusu’nun cesedinin çiğnenmesi gerekecektir!
Ulusumuz, tam bağımsızlığı uğruna bunca şehidi boşuna vermemiştir!

Ermenistan Meselesi

Ermenistan ile olan sorun sadece sınır konusu değildir. Açıklanmak istenip de açıkça söylenemeyen husus; Sözde Ermeni Soykırımı’nın kabul edilip / edilmeme meselesidir.
Şimdi, biraz tarihsel gerçeklere bakalım :
Birinci Dünya Savaşı yılları. Osmanlı ordusu bir çok cephede düşmanla savaş halinde. Padişah ve İstanbul Hükümeti, keyfi uygulamalarla günü kurtarma gayretlerinde. Anadolu, sadece sıra vergi almaya geldiğinde hatırlanıyor ve ilgileniliyor. Padişah ve İstanbul Hükümeti, koltuklarını koruma derdinde.
Ülke bu durumda iken; Anadolu’nun, daha çok doğusunda ağırlıklı olarak yerleşmiş olan Ermeniler, ayaklanmışlardır. O bölgede Ruslarla savaş halinde bulunulmaktadır. Ermeniler, Ruslarla birlik olup, Osmanlıya karşı cephe almışlardır. Daha da önemlisi, çeteler oluşturmuşlar ve orduyu arkadan vurarak bölgedeki bir kaç vilayetimizi de zaptetmeyi başarmışlardır.
Aslında, o dönemde, ülkenin başka yerlerinde de yerleşik durumda olan Ermeniler vardır. Ama, asla diğer bölgedekilerin yaptıklarını tasvip etmemişlerdir. Her fırsatta da; yapılmakta olanın bir i h a n e t olduğunu ve bunu asla kabul edemeyeceklerini ifade etmişlerdir.
Tarihimizin hiç bir döneminde ihanete müsaade edilmemiştir.
E r m e n i İ h a n e t i' ne de müsaade edilmemiştir. Derhal zorunlu göç kararı alınarak; Ermeniler, güneyde kalan topraklarımıza yani bugünkü Irak, Ürdün ve Suriye gibi ülkelere gönderilmeye başlanmıştır.
Göç esnasında, Ermeni çetelerin provokatif hareketleri karşısında, Ordu, hem kendi askerini, hem de himayesinde bulunan Ermenileri korumaya çalışmıştır. Bu da doğal olarak ciddi çatışmalar yaratmıştır. Sonuçta, her iki taraftan da can kaybı olmuştur. Ama katiyetle bir Ermeni Soykırımı söz konusu değildir.
Savaşta bile düşmanına insanca muamele gösteren Türk Askeri, değil ki böyle bir göç esnasında himayesindekini öldürsün. Bu mümkün değil. Olamaz da!
Bunun tarihte bir çok örneği olmasına karşın; Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan bir örnekle yetinelim:

“...Halide Edip Hanım, Ruşen Eşref Ünaydın ve Binbaşı Kemal Bey otomobille Adala'ya(Büyük Taarruz'da 2. Ordu Karargahı) yetişmeye çalışıyorlardı.
Binbaşı birden, şoföre;
‘Dur !’ diye bağırdı.
Araba yavaşlayıp durdu. Binbaşının dikkatini bir esir Yunan subayını geriye götüren bir asker çekmişti. Yunan subayı eşeğe binmişti. Asker yayaydı. Asker binbaşıyı görünce selam verdi. Yunan subayı eşekten indi. Hasta suratlı biriydi.
-Kim bu?
-Bir esir.
-Nereye götürüyorsun?
-Geriye. Alay karargahına.
Binbaşı kızdı;
-Ulan sen bunun seyisi misin, yoksa hizmet eri misin? Hayvana sen bin, o yürüsün.
Asker, üçünün de yüreğini titreten bir iç temizliğiyle,
-Hiç olur mu Komutanım... dedi.
-O şimdi ocağından kopmuş bir gurbet adamı. Misafir. Bana emanet.
Binbaşı gözlerinin dolduğunu belli etmemek için başını çevirip şoföre ‘Yürü!’ diye bağırdı.
Araba hareket etti. Asker selam durdu. Sonra Yunan subayına eşeğe binmesini işaret etti :
-Haydi bin çorbacı. Akşam karavanasına yetişelim. Aç kalma.
Yola düştüler.
(Turgut ÖZAKMAN, Şu Çılgın Türkler,s: 659)

Sonuçta; 1915 yılındaki zorunlu göç esnasında, asla bir Ermeni Soykırımı olmamıştır. Söz konusu dahi değildir.
Bilakis, her iki taraftan, salgın hastalıklar itibariyle çok sayıda insan zaiyatının bulunduğunu tarih de kaydetmektedir.
Görüldüğü üzere; yaşadıkları yerlerde iki ateş arasında kalan Ermenilerin korunmaya çalışılması, diğer taraftan Ruslarla işbirliği yaparak Ordu ile savaşan ve bir de Ermeni Çetelerin, ihanet ederek, Orduya arkadan saldırılarda bulunmasını önlemek amacıyla yapılmış olan zorunlu göç esnasında, çoğunlukla da baş gösteren salgın hastalıklar neticesinde meydana gelen ölüm olaylarına, Ermeni Soykırımı yapılmıştır yakıştırması yapmanın mantığı yoktur. Ermeni kökenli tarihçiler bile böyle bir Sözde Ermeni Soykırımı’nın olmadığını, belgelerle anlatmaktadır. Ama olayın arkasında ABD ve uluslararası alanda oldukça büyük ekonomik gücü ellerinde bulunduran Ermeni Lobisi vardır. Türkiye’yi, bir an evvel bölüp, parçalamak ve sonra da yok etmek için bir kampanya da bu kanattan sürdürülmektedir.
Ancak, ne acıdır ki; Türk Ulusu içinde yaşadığımız yıllarda, Türkler 1.5 milyon Ermeni’yi öldürdüler. diyen bir yazarının olduğunu ve son zamanlarda maalesef, Ermeniler’den Özür Dileme Kampanyası başlatan sözde aydınların bulunduğunu da görmüş ve yaşatılan çirkin havayı yaşamıştır…
Buna, Anadolu’da söylendiği şekliyle, Ağacın kurdu içinde… ifadesi yakıştırılabilir. Ama bu topraklar üzerinde asırlardır yaşayan bu Türk Ulusu, ne pahasına olursa olsun, eminim ki bu badirelerin de üstesinden gelecektir.
(Sürecek)
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

Hiç yorum yok: