17 Mart 2009 Salı

ÇANAKKALE RUHU
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında çok önemli bir yere sahip olan Çanakkale Savaşları, bir çok dünya devletleri için de oldukça önemlidir.
Çanakkale Savaşları’nda, Mehmetçiğin olağanüstü çaba ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugünkü yapısının çekirdeğini oluşturan komutanların ise büyük bir sabır göstererek ulaştıkları Zafer’in altında yatan en önemli gerçek ÇANAKKALE RUHU’dur. Bu nitelik ve özellik, dünyanın başka hiçbir milletinde görülmemektedir.
Çanakkale hakkında bugüne değin, gerek içeride, gerekse dışarıda bir çok eserler yazılmış ve bir o kadar konuşmalar yapılmıştır. Ancak, Türk Ulusu için Çanakkale Savaşları’nın anlamının ne olduğunu ifade etmek istediğimizde; şu önemli satırbaşlarını karşımızda buluruz:
Çanakkale; Osmanlı’nın son döneminde, Anadolu topraklarına sahip olabilmek için; her türlü insanlık dışı faaliyette bulunan, gözünü hırs bürümüş emperyalist güçlere, Anadolu Aslanları olarak nitelendirilebilecek Mehmetçiğin indirdiği bir tokattır.
Çanakkale; Anadolu’nun, yeniden dirilişinin bir destanıdır.
Çanakkale; Türk Ulusu’nun, insani vasıflarını yitirmiş hain ve gözü dönmüş canilere karşı bir haykırışıdır.
Çanakkale; Şehitlerin el, kol ve bacak gibi uzuvlarının, her top mermisinin toprağa düşüşünde, toprak yığınıyla birlikte havada uçuştuğu, derelerin adeta kan olup aktığı, toprağın şehit kanıyla ıslandığı, acının ve onurun, vatan ve millet sevgisinin, iman ve inancın, tarihin altın sayfalarına şehitlerin kanıyla yazıldığı, bugünkü ve gelecek nesillerimizin onur duyacakları bir yerdir.
Çanakkale; Henüz açmış çiçek misali gencecik ve çocuk denebilecek yaştaki Mehmetçiklerin, VATANI’nı, İNANCI’nı ve NAMUSU’nu koruma kararlılığını kanlarıyla tarihe yazdıkları bir şeref meydanıdır.
Çanakkale; Bir Ulus’un, Dik ve Onurlu Duruşu’nun, nasıl olması gerektiğini, tarihin şehadetiyle bütün dünyaya gösteren kahraman askerlerimizin yüreklerinin, tek bir yürek olarak attığı alandır.
Çanakkale; İnsani Değerlerin ve dolaysıyla Medeniyetin, dünya milletlerine sanki bir ders gibi anlatıldığı, belletildiği ve öğretildiği bir mekandır.
Çanakkale; Vatanımızı, güle oynaya işgale gelen emperyalist ülke askerlerinin, Anadolu Aslanları’ndan derslerini aldıktan sonra, utanç ve ezikliklerinden dolayı başlarını yukarıya kaldıramadan, arkalarına bile bakamadan çekilip gittikleri ve emperyalizmin, Anadolu üzerindeki kirli emellerine ulaşmalarının ilk denemesinin engellendiği çok önemli bir Vatan toprağıdır.
Çanakkale; Bugünkü Ordumuzun, adeta çekirdeği olarak kabul edilebilecek askerlerimiz ve birliklerinin, o dönemin bir kısım Ordu Komutanlıkları’nın Alman subaylara teslim edilmiş olmasına, bununla birlikte de; emperyalist gücün ordusu karşısında silah, teçhizat ve mühimmatının yetersizliğine karşın; Vatanı ve Ulusu’nun Tam Bağımsızlığı söz konusu olduğunda, neler yapabildiklerinin bir göstergesi ve kanıtı, bundan sonra da neler yapabileceklerinin bir işaretidir.
Çanakkale; Dünyadaki bütün mazlum milletlere, Tam Bağımsızlığı kazanmanın nasıl sağlanabileceğinin anlatıldığı bir ulvi mücadelenin adı ve destansı anlatımıdır.
Çanakkale; Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru gidilirken, Mustafa Kemal ile Silah ve Dava Arkadaşları’nın, Mehmetçikle birlikte yazıp, birlikte söyledikleri; Bir Şiirdir! Bir Türküdür! Bir Destandır! Milli Mücadele’nin ve dolaysıyla Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin Önsözüdür.
Çanakkale; Anadolu’nun düzenli ordu kurulmasından önceki silahlı gücü olan Kuvay-i Milliye Ruhu’nun temelinin atıldığı yerdir.
Çanakkale; Ulusumuzun yüreğinden kopan ve duygularını oldukça temiz, açık ve net bir dille anlatan Türkülerde ve Ulusal Şairimiz Mehmet Akif’in Ulusal Marşımızdaki dizelerinde, bizden önce olduğu gibi, bizden sonra da kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılacak bir ruhun, bugünkü anlatımıyla ÇANAKKALE RUHU’nun çelikleşmiş bir göstergesidir.
Çanakkale; Mehmetçiğin, tırnaklarını bir aslan pençesi misali geçirdiği Vatan topraklarını korumaya çalıştığı, ancak emperyalist orduları oluşturan İngiliz, Fransız, Senegalli, Hintli Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerden oluşan düşman güçlerin ise ele geçirmek amacıyla, amansızca ve acımasızca saldırdıkları Anadolu Toprağı’dır.
Çanakkale; Emperyalist ordunun bir kısım askerlerinin, dedelerimizle gırtlak gırtlağa savaştığı ve öldükten sonra da, şehit Mehmetçiklerle beraber koyun koyuna yattığı, sıcacık, samimi ve sevecen bir Vatan parçasıdır.
Çanakkale; Mustafa Kemal’in, bugün bir deha ürünü olarak adlandırdığımız askeri stratejisini dünyanın bilmesine ve dolaysıyla öğrenmesine neden olduğu ve bu stratejinin doğru uygulanması durumunda; Türk Ulusu’nun Tam Bağımsızlığa nasıl ulaştığının dillendirildiği, Vatan toprağına kazındığı bir alandır.
Çanakkale; Mustafa Kemal’in, ATATÜRK olmasına zemin hazırlayan ve O’nu bütün dünyanın tanımasına ve bir Ulus’u Tam Bağımsızlığa taşıyan başarıları neticesinde önünde saygı ile eğilmesine sebep teşkil eden bir Tam Bağımsızlık Mücadelesi’nin başlangıcı ve Türk Ulusu’nun Onur Savaşı’dır.
Çanakkale; Balkan Harbi’nde maneviyatı çökmüş olan Ordunun, yeniden öz güvenini elde etmesine, yetiştirdiği ve büyük deneyimler edinmesine neden olduğu Subay ve Erleri’nin beş yıl sonraki Ulusal Kurtuluş Savaşı öncesi adeta bir tatbikat yapmasına ve ardından da Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanıp, Türk Ulusu’nu Zafer’le taçlandırmasına temel oluşturan tarihi bir gerçektir.
Çanakkale; Türk Ulusu’nu, TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni kurmaya doğru götüren ve dünyada hiçbir milletin, bir daha sahip olamayacağı, bir Onur’dur…
Ancak, bu nitelemelere karşın bir kısım yazarların, maksatlı olarak yalana ve hurafelere bulaştırılmış uyduruk tarih kitaplarıyla çocuklarımız ve gençlerimizin beyinlerinin bulandırılmak istenmesi dikkatlerden kaçmıyor. Amaçları, Mustafa Kemal ve O’na ait değerleri, işbirliği yaptıklarıyla beraber, yok etmektir. Mustafa Kemal Atatürk’ün genç beyinlerde yer etmesini engellemektir.
Asla başaramayacaklar!

CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi
onalcengiz@gmail.com

16 Mart 2009 Pazartesi

ÇANAKKALE SAVAŞLARI’NI
DOĞRU ANLAMAK VE ANLATMAK

"Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini
gösteren hayret edilecek ve tebrike değer bir örnektir.
Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebeleri’ni
kazandıran bu yüksek ruhtur"
Mustafa Kemal

Bir çoğumuz gibi ben de Çanakkale Savaşları hakkındaki gerçeklere ulaşabilmek için oldukça fazla sayılabilecek miktarda yayını inceledim.
Araştırmalarım sırasında; Çanakkale Savaşları’nı iki farklı aşamada inceleyip adlandırmak gerçeğini gördüm.
Birincisi; 3 Kasım 1914 tarihinden 18 Mart 1915 tarihine kadar süren ve tamamen Çanakkale Boğazı ve yakın çevresinde gerçekleşen deniz savaşlarıdır ki 18 Mart 1915’de Çanakkale Deniz Zaferi’yle sonuçlanmıştır.
İkincisi ise; 25 Nisan 1915 – 9 Ocak 1916 tarihleri arasında Gelibolu Yarımadası’nda gerçekleşen Kara Muharebeleri(bu isimlendirme kapsamında, Arıburnu, Kirte, Bombasırtı, Zığındere, Kerevizdere, Kanlısırt, Conkbayırı ve Anafartalar Muharebeleri ilk başta söylenebilir…)’dir.
Sonuçta, Muharebelerin kış aylarına(Kasım, Aralık-1915) denk gelen günleri, zamanla kısmi çatışmalar yaşansa bile, daha çok geri çekilme ağırlığının yaşandığı dönem olarak kabul edilir. Son düşman askeri 9 Ocak 1916 tarihinde Gelibolu Yarımadası’ndan ayrılmış ve Kara Muharebeleri de Türk Askeri’nin kesin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Gerek Deniz Zaferi ve gerekse Gelibolu Kara Muharebeleri’ni birlikte adlandırdığımızda; Çanakkale Savaşları’nın, Türk Tarihi’nin onurlu sayfalarında hak ettiği yeri almış olan zaferlerin en önde geleni olduğu gerçeği çıkar karşımıza.
Ancak, özellikle son yıllarda Çanakkale Savaşları’nın yalan dolana bulanıp, olayların ve dolaysıyla da tarihimizin hurafelerle gençliğe sunulduğunu görmenin de acısını yaşıyorum.
Dostlarımdan yakınma dolu bir çok ileti de alıyorum. Çanakkale ve Gelibolu’yu gezenler, oradan yüzleri asık ayrıldıklarını söylüyorlar. Çanakkale Deniz Zaferi ile Gelibolu Kara Muharebeleri’nin, gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan uydurma bir tarih haline sokulup, Milli Parklar’da görevli rehberlerce insanlarımıza anlatıldığı sıkça duyulmaya başlandı.

* * *
Çanakkale Savaşları’na hurafelerin bulaştırılması azımsanacak, hafife alınacak ve küçümsenecek bir şey değil.
Yapılanlar gayet sistemli bir şekilde gerçekleştiriliyor. Bu uyduruk tarih ve olayların, hurafelere bulanmış şekli kitaplar, rehber dokümanlar ve broşürler haline getirilmiş, muharebelerin cereyan ettiği yerleri ve dolaysıyla da Şehitliklerimizi gezmeye getirilen çocuklarımız ve gençlerimizin hizmetine sokulmuştur. Maalesef, genç beyinler yalan yanlış bir tarihle bulandırılmaktadır.
Adının önüne ‘tarihçi’ sıfatı ekleyen bir kısım insanların, Çanakkale ve Gelibolu hakkında yazıp kitaplaştırdıkları yenilir yutulur cinsten anlatımlar değil.
Birkaç örnek vermek gerekirse;
1- Nusrat mayın gemisinin döktüğü 26 adet mayın konusunda, Cevat Paşa’nın önceden rüya görmesi, bir-iki gün sonra aniden ilahi bir sesle irkilip, denizi kaplayan Nur’u fark etmesi ve ak saçlı, nur yüzlü bir ihtiyarın da rüyayı bir güzel yorumladıktan sonra 26 mayının denize dökülmesi!
2- Hz. Muhammed’in, Çanakkale Savaşı esnasında güya türbedarının rüyasına girerek:
Ben şimdi Medine’de değil, aksine Çanakkale’deyim. Müslüman askerlerimizi yalnız bırakmaya gönlüm dayanmadı. Şimdi onlara yardım etme geldim demesi…
3-Anadolu’dan Çanakkale ve Gelibolu’ya taburlar halinde erenler, veliler, evliyalar ve enbiyalar gelmesi, beyaz sarıkları ve uzun yeşil cüppeleri içindeki bu ermiş ve ulu kişilerin, çıkarmanın yapıldığı koyda, uçurumun başından beri Anzak askerlerinin uçarak üzerlerine atlamaları ve onları perişan etmeleri…
4-Gelibolu yarımadasının Saroz Körfezi’ne doğru olan bir kısmında(…ki bu tür anlatımlarda hiçbir zaman yer ve isimler net olarak söylenmez) kıyıdan içerilere doğru keşif için hareket eden İngiliz askerlerinden Norfolk-5 taburunun, gökten inen beyaz ve yoğun bir bulut tabakası tarafından alınıp yok edilmesi…
Dikkat edilirse, ele aldığım bu birkaç örnekten hiç birisinin doğrulukla ilgisinin bulunmadığı, akıl ve bilimsel verilerle uyum sağlamadığı hemen fark edilir.

* * *
Nedense Çanakkale ve Gelibolu anlatılırken Mustafa Kemal’den hiç söz edilmiyor, hatta adı ağızlara bile alınmıyor.
Elbette Çanakkale hakkında yazılmış dürüst ve saygıdeğer araştırma ve çalışmalar da var. Bunlara bir diyeceğim asla olamaz. Ancak, bu uydurukçuların ve soytarıların da işi iyice azıttığı ortada.
Allah’a inanmak başka şey, böylesi uyduruk tarih hikayelerine ve hurafelere Allah’ı karıştırmak başka şey. Buna ne Allah’ın ihtiyacı vardır; ne de inanç sahibi kulların ihtiyacı olmalıdır… Tarihe bulaştırılan yalan-dolanın inanca da bulaştırılması; en hafif deyimiyle Allah’a ve Kur’an Dini’ne saygısızlıktır.
Ancak, Çanakkale Savaşları’nda Mustafa Kemal ve başarılarından söz etmemek uğruna, işe, inanca saygıyı bir kenara bırakıp Allah’ı ve Hz. Muhammed’i karıştırma ve olayların hemen tamamını hurafelerle gençlerimize sunmanın ve onların gencecik beyinlerini bulandırmanın, Ülkemizin geleceği açısında büyük bir tehlikeyi göz göre göre beslemek olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim.
Çünkü, tarihini bilmeyenlerin ülkesini koruyamayacağı, yönetemeyeceği ve kalkınmasını başaramayacağı kesin bir gerçektir. Aksini iddia etmek, örneği tıpkı günümüzde görülebildiği üzere, tarihinden habersiz bir kısım yöneticileri işin başına getirip, sömürüye davetiye çıkarmakla eş anlamlıdır.
Zamanla sohbet ettiğim bazı gençlere Mustafa Kemal’in Conkbayırı’nda askerlerini saldırıya kaldırmadan önce etrafına topladığı subaylara verdiği: ‘Size Ben saldırıyı emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler ve komutanlar alabilir…’ şeklindeki emrini hatırlattığımda; yüzüme, şaşırmış ifadelerle bakışlarını hiç unutmuyorum. Maalesef, sahte tarihçiler ve hurafeciler, bir kısım gençlerimizin ilgilerini başka alanlara çekmeyi başarmış gözüküyorlar. Halbuki; Mustafa Kemal bu harekattan söz ederken; ‘Kazandığımız an işte bu an’dı’ diye bahseder…
Çok acıdır ki; tarihi yalana bulayıp, Çanakkale Savaşları’nı hurafelerle anlatanlar, Çanakkale’yi bir askeri zafer olarak anlatmak yerine hurafeler sergisi haline getiriyorlar. Amaçları Mustafa Kemal’i küçük düşürmeye çalışmak ve dünyanın O’nu tanımasına ve bilmesine neden olan Çanakkale Savaşları’nda yok saymak, hatta ellerinden gelse hiç bahsetmemektir.
Böylelikle; Mustafa Kemal ve O’na ait olan değerleri, bir başka yönden de yok edebileceklerine inandıkları açıkça sırıtmaktadır.

* * *
Çanakkale Savaşları, dünyada bir eşi-benzeri daha olmayan olağanüstü bir olaydır. Bu ulvi savaşın yalana-dolana, uydurmacalara, bulutlara, rüyalara, abartıya ve hele hele hurafelere hiç ihtiyacı yoktur. Bunu, dünya da böyle kabul etmiştir.
Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız ve gençlerimizin beyinlerini bulandırmanın, onlara gerçek tarihimizi anlatmak varken, hurafelerle beslenmiş bir saçmalığı tarih olarak sunmanın kasıtlı ve maksatlı yapıldığını düşünüyorum.
Çanakkale Savaşları Milli Mücadele ve Cumhuriyet’le birlikte bir bütünün üç önemli parçasından birisidir… Birini diğerinden ayrı tutmak, abartılara boğup diğerinden farklı boyutlara çekmeye çalışmak maksatlı olarak yapılmış kabul edilir ki; bu ihanetle eş anlamlıdır. Çünkü, Kuva-yı Milliye ruhunun temeli Çanakkale’de atılmıştır.
Biz, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne inanmış ve Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na bağlı olan Atatürk Gençliği olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin Önsözü olarak kabul edilen Çanakkale Savaşları’yla birlikte Mustafa Kemal Atatürk ve O’na ait olan bütün değerleri korumada üzerimize düşeni yapmakla yükümlüyüz.
Çocuklarımıza, gençlerimize ve Türk Ulusu’na gerçek tarihin anlatılmasını sağlamak da bu yükümlülüğümüz içindedir.
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi
onalcengiz@gmail.com

5 Mart 2009 Perşembe

YEREL SEÇİMLER,
RANT ve PEŞKEŞ!
Herkes ulusal görevini ve sorumluluğunu bilmeli,
memleket meseleleri üzerinde o düşünceyle
düşünüp, çalışmayı görev edinmelidir
Mustafa Kemal Atatürk
Seçimler, oldum olası bir kısım açıkgözlerin iştahını kabartır.
Özellikle Çok Partili Sistem’e geçildiğinden beri, seçim atmosferinin bu özelliği neredeyse gelenekselleşmiştir. Yakın tarihimiz bu çarpıcı gerçeğin tanığıdır.
Yerel Seçimler, iştah kabartmada biraz daha önde gider. İktidar partisi, tıpkı bugün olduğu gibi, yerel yönetimlerin çoğunluğunu elinde bulundurdu mu; deyme keyfine gitsin. Ondan sonra, gelsin Ali Dibo muhabbetleri, yandaşlara kamu arazileri tahsisi, ihaleler vb.
Rant sağlamada uzmanlaşmış bazı uyanıklar, seçim döneminde tutulup, kapılmazlar. Hacıyatmaz kılıklı bu ucubeler, ne yapar, ne eder işin bir yolunu bulurlar. Fark edildiklerinde; açılan soruşturmalardan da hep paçayı sıyırırlar. Daha, bugüne değin, soruşturmalardan doğru dürüst bir sonuç çıktığına tanık olmadım. Duymadım da!
Hükümet, seçim dönemlerinde, genellikle elindeki iktidar gücünden olabildiğince yararlanır. Devlet imkanlarının, üç-beş fazla oy alabilme uğruna sorumsuzca peşkeş çekilmesi alışıldık manzaralardandır. Bu, öteden beri hep böyle olmuştur.
Ancak; yıllardan beri süregelen bu rezalete de bir son vermek Türk Ulusu’nun elindedir. Her ne kadar bu yerel seçimler hükümeti doğrudan etkilemese de; belediyelerin çoğunluğunu hükümetin mandasından kurtarmak da önemlidir. Yapılmalıdır da! Ortalıkta olup/bitenleri görmezden gelmek mümkün değildir. Hiç kimse sergilenen sorumsuzluk karşısında duyarsız kalma lüksüne sahip değildir. Olmamalıdır da!

* * *
Son kepazelik, AKP ve Zihniyeti iktidarının Tunceli’de yaptıklarıdır. Günlerdir beyaz eşyalar kamyonetlerle taşı taşı bitmedi. Tırlar dolusu beyaz eşya Tunceli’ye yığıldı, sonra da dağıtıldı. Halen de dağıtılıyor.
Aynı eşyaya sahip olanlara yenileri veriliyor. Suyu olmayan köylere çamaşır-bulaşık makinesi taşınıyor. Vatandaşlar aldıklarını ahırlara koydular… Belki de hiç kullanma şansı bulunamadan çürüyüp gidecek. Kim bilir?
Patagonya’da bile böylesi bir rezalete tanık olunamaz!
Beyaz eşya, ihtiyacı olup-olmadığı sorulmadan ve önceden yapılmış tespitlere göre, belirli kişilere veriliyor. Alanların hemen yanında bulunan ve yoksulluktan oturduğu gecekondunun kirasını dahi ödeyemeyen bir kısım vatandaşlara ise; hiçbir şey verilmediği gibi hal-hatır bile sorulmuyor.
Neden?
Çünkü onlar yandaş değil. Onlardan AKP ve Zihniyeti’ne oy gelmez. Onlar da şaşkın bir vaziyette önlerinden geçip gidene bakıyorlar.
Bu garabetin koordinatörlüğünü de; Vali ve Kaymakamlar yapıyor. Öncelikli görevi devleti temsil etmek olan bir kısım Vali ve Kaymakamların, vatandaşlar arasında ayrım yapmasının, insanlık adına affedilir yanı yoktur. Olamaz da!
Peki, Neden Tunceli?
Buna verilecek mantıklı bir cevap bulunamamış olacak ki; Hükümetten, henüz bir açıklama gelmedi. Bana göre Tunceli’nin en öne çıkan özelliği Kemal Kılıçdaroğlu’nun memleketi olması. Artık arkasını siz düşünün.
Bizler, hükümetten makul bir açıklama beklerken; Batman’da da dağıtıma başlandığı duyumu ulaştı. Elbet Batman’ın da bir özelliği vardır.
Bakalım sırada hangi ilimiz var?
Olay hakkında tepkilerin artması üzerine RTE açıklamada bulunuyor: ‘Yaptıklarımız Sosyal Devlet Anlayışı’nın gereğidir…
Sosyal Devlet Anlayışı elbette ki; anayasamızın gereğidir. Ama, uygulamadaki adam kayırmalar, yandaş kollamalar yenilir yutulur cinsten değil.
Eşya alanların da beyanları bunu doğruluyor. Oylarını, kendilerine bu yardımda bulunduğu için AKP ve Zihniyeti’ne vereceklerini saklamıyor, bilakis alenen söylüyorlar.
Dağıtımda, göz göre göre oy avcılığı yapıldığı sırıtıyor.

* * *
Yerel seçimler yaklaştıkça talan ve peşkeşin boyutu da artıyor.
İstanbul’un merkeze uzak semtlerindeki kaçak inşaatlar hız kazanmış. Bazı uyanıklar, inşaat tezgahını kurmuş ya yeni bir ev yapıyor, ya da mevcut evinin üst katına ilave kat çıkıyor. İşgal etmeye çalıştığı arazi Hazine’nin. Yani kamunun, vatandaşın malı.
İnşaatın sahipleri, Belde Belediye Başkanı’nın kendilerini teşvik ettiğini, hatta para dahi verdiklerini iddia ediyorlar.
Ne var ki; mevcut Başkan yeniden aday gösterilmeyince işler karışıyor. Yıkım ekipleri görev başı yapıyor. Mağdur olduklarını iddia eden vatandaşlar, belediye başkanı tarafından kandırıldıklarını ifade ediyorlar.
Ortalık feryat figan!
Ama işini sağlam kazığa bağlayanlar da yok değil.
Son örnek Ankara’dan.
Büyükşehir Belediyesi üst düzey bürokratları, belediyeye ait olan 30 dönüm civarındaki arsayı satın alırlar. Ödenen para, o bölge için oldukça komik bir miktar.
Burada garip olan, belediye arsasının tahsisini yapan da; arsayı alan da kendileri. Yani bildik tanımlamayla Al Gülüm, Ver Gülüm muhabbeti.
Olay Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e sorulduğunda; ‘Vallahi de billahi de yeni duydum. Daha dün televizyon haberlerinden öğrendim. Hemen, konu hakkında soruşturma açılması talimatını verdim…’ şeklinde bir açıklamada bulunuyor.
Bunlar alışılmış ve sonucu dipsiz kuyu misali olduğu önceden belli işlemlerdir. Gökçek’in soruşturma talimatından hiçbir şey çıkmayacağı biliniyor. Geçmişte yaşanan örnekler bu ifademin kanıtıdır.
Biz bu tür soruşturmaları iyi biliriz.

* * *
Gerek Tunceli ve Batman’da oy avcılığı için yapıldığı belli olan, beyaz eşya dağıtımı, gerekse İstanbul başta olmak üzere bir çok şehrimizdeki devlet arazisi üzerindeki kaçak yapılaşma ile bir kısım belediye bürokratları ve/veya çalışanlarının, çeşitli yöntemler kullanılarak, belediye, daha doğrusu kamu malını ucuza kapatma gayretleri konusunda görev Cumhuriyet Savcıları’na düşmektedir.
Hatta bu konuda Suç Duyurularında bile bulunulmuştur. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı açıklamasında; ‘Yapılanların oyları etkileyebilecek türden…’ olduğunu vurgulayarak, Savcıları göreve davet etmiştir.
Savcıların da soruşturma başlattıkları haberini aldık.
Hükümet bundan tedirgin olmuşa benzer. Yapılanların yasal yardımlar olduğu savunuluyor. Ancak, yardımın yapıldığı tarih nedense çok ilginç. Yardım için Yerel Seçimler arifesinin seçilmesi tamamen bir tesadüf mü?
Hatırlayalım lütfen. 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesi Haziran ayında ve kavurucu yaz sıcağı altında kömür dağıtımı yapılmıştı. Bu da ne ilginç bir tesadüf öyle değil mi?
Savcılar bu hususları göz önünde bulundurmuş olmalı ki; olayda oyları etkileme unsuru olduğu gerekçesiyle soruşturma başlatmışlar.
Sanki bu noktada hükümetle Yargı arasında bir restleşme havası seziliyor gibi. Aslında buna hiç gerek yok. Bırakalım Hakimler ve Savcılar görevlerini yapsınlar.
Her ne kadar, AKP ve Zihniyeti iktidarınca inkar edilip, aksi söylense bile; Adalet Sistemi üzerindeki siyasi baskı Hakim ve Savcılarımızı yıldırmamalıdır.
Kamu malının korunmasının hukuki sorumluluk Cumhuriyet’in Hakim ve Savcıları’ndadır.
Bu noktada, 1. Dönem Adalet Bakanı Mahmut Esat BOZKURT’un;
Cumhuriyet Savcıları,
Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanlarından tutunuz da, bu yurtta yaşayanların uğrayacakları en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin gözyaşlarından siz sorumlusunuz…!
’ şeklinde ve Cumhuriyet Tarihimizin altın sayfalarında yerini almış olan sözünü bir kez daha hatırlatmakta yarar var.
Cumhuriyet’in Hakim ve Savcıları’na bundan daha iyi rehber olur mu?
Devlet malının, iktidar gücünü kullanarak ve alavere-dalaverelerle birilerine peşkeş çekilmesi, seçimlerin, özellikle de Yerel Seçimlerin rant aracı yapılması, Hukukun Üstünlüğü İlkesi’nin hakim olduğu Ülkemiz için ayıpların en büyüğüdür.
Yapılanlar, Türk Ulusu için bir kader değildir. Aksine bir dayatmanın sonucudur. ABD’nin tezgahladığı Ilımlı İslam safsatasıyla insanımızın saf ve temiz duygularını sömürenler, konu menfaatleri olduğunda; gözleri hiçbir şey görmez oluyor.
Hırsızlık, arsızlık, yüzsüzlük, talan, soygun, kamu malının peşkeş çekilmesi, ihale ayarlamaları, devletten cukkalama vb garabet, Cumhuriyet Tarihi’nin hiçbir döneminde, bu dönemde olduğu kadar görülmemiştir.
Yapılanlar, yapanın yanına kar kalmamalıdır. Hesap mutlaka sorulmalıdır.
Unutulmamalı ki; Hukuk, bir gün herkese lazım olacaktır.
Başka yerler ve kurumlardan çözüm beklemenin anlamı yok. Yararı da olmaz. Ne yapılacaksa Türk Ulusu yapacaktır.
29 Mart 2009 Yerel Seçimleri, başlangıç için, oldukça iyi bir fırsattır.
AKP ve Zihniyeti iktidarına, yaptıklarına karşılık, iyi bir ders verilmelidir.
CENGİZ ÖNAL
Araştırmacı-Yazar
Cumhuriyet Neferi