30 Eylül 2009 Çarşamba

AMERİKA, AMERİKA
AH AMERİKA!

Rastlantı mıdır bilinmez ama, son 50-60 yıldır iktidara gelen siyasilerin çoğunluğunun Amerika ile ilişkileri pek iyiydi. Hükümet olabilen bir kısım siyasi partilerin Amerika’dan icazet almadan işin başına gelemediği bilinen bir gerçektir.
Siyasi partilerin bir kısmının Amerika tarafından kurdurulduğu bile söylendi. Halen de; Türk Ulusu’nun büyük çoğunluğunda bu inanç hakimdir.
Kimin kiminle dost olacağı, ilişki kuracağı beni fazla ilgilendirmiyor. Ancak, Bu şahıslar, siyasi kimliğe bürünüp de Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimine getirilmeye çalışılınca durum biraz değişiyor.
O zaman olay hepimizi ilgilendirir bir boyut kazanıyor.
Çünkü, iktidar sahiplerinin, Türk Ulusu üzerinde, dışarıdaki bir kısım emperyalist güçlerin dayatmasıyla oynamaya çalıştıkları oyun can yaktıkça; toplumdan da feryatların yükselmesi doğal oluyor elbette…

***
Ne varsa bu Amerika’da?
Oraya eli, ayağı değenin huyu-suyu birden değişiyor.
Özellikle bir kısım siyasilerimizin göstergeleri çabuk bozuluyor. Neredeyse milli duyguları yok oluyor, sanki kişisel benlikten sıyrılıyorlar gibi…
Tabii, istisnalar kaideyi bozmuyor…
Fazlaca da eski bir tarihe ve kültüre sahip olmayan bu derme-çatma ülke, nedense bir kısım insanımıza fazlasıyla cazip geliyor.
En ufak bir rahatsızlığında Amerika’ya koşanlar mı istersin…?
Çocuğu Amerika vatandaşlığını da alabilsin diye, doğumu Amerika’da yapanlar mı ararsın…?
Dünyanın en güzel doğasına, deniz ve kumsalına sahip Ülkemiz kıyıları dururken; Amerika’da yazlık alanlar ile bütün yatırımını Amerika’da yapıp, han-hamam sahibi olanlar mı sorarsın…?
Bir de; hastalığını bahane edip, Amerika’ya çöreklenip, oradan beri Türkiye’yi yönetenler ve Atatürk Türkiyesine karşı türlü tezgahlar ayarlayanları falan da saysam; liste uzayıp gider…

***
Hatırlanacağı üzere; Turgut ÖZAL ile Tansu ÇİLLER’in de Amerika ile ilişkileri oldukça iyiydi…
Özal, President Bush(Baba Bush) ile konuşmadan Köşk’ten dışarı adımını atmazdı dersek yeridir. Bush’la konuşulmadan, ona danışılmadan iş yapmak ha…! Ne mümkün…!
Körfez Savaşı’nda yaşadığımız kepazelik buna iyi bir örnektir. Bir koyup üç almayı düşünen Özal, bir koyup, üzerine üç daha eklediyse de olmadı.
Havasını aldı…
Çiller’in durumu da pek farklı sayılmazdı. Onun da derdi varsa-yoksa Bill Clinton’du. Aralarında yapıldığı iddia edilen konuşmalar komedyenlere malzeme dahi olmuştu…
Clinton’suz olmuyordu. Her şey onunla konuşuluyor, ona danışılıyor ve işler öyle yürütülüyordu.
President Bush ve Bill Clinton’un Türkiye ziyaretleri de ayrı birer olaydı.
Bu ziyaretler İstanbul’da hayatı felç eder, konuklar için alınan abartılı tedbirler neticesinde İstanbul’da yaşayan vatandaşlarımıza çektirilmedik kepazelik kalmazdı.
Hatta, Clinton’un Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerin birinde bir bebeği kucağına aldığı adeta olay olduydu. Medya günlerce bu konuyu gündemde tutmuştu. Bebeğin istikbali parlaktı artık…
Bir kısım genç anne-babaların bile, neredeyse yeni bir çocuk için hazırlanacakları esprileri bile yapıldıydı. Öyle ya; Clinton, ola ki bir daha gelecek olursa hazır olmalıydılar.

***
O dönemler çok çabuk geçti. Olan-bitenler ve de çekilenler çabuk unutuldu. Herhalde Amerika bundan çok mutludur. Türkiye’de olayların çabucak unutulması, işlerine geliyordur. Yeni ve başka tezgahları daha rahat hazırlıyorlardır.
Bizdeki bir kısım iktidar sahipleri de; Amerikasız iş yapamaz olmuşlardı. Bunun bugün bile sürdürüldüğünü görmek inanın çok acı olduğu gibi; çok da düşündürücü…
RTE, diğerlerine nazaran çok daha şanslı. İki Amerikan başkanıyla birlikte çalıştı. Ellerini sıktı, sofralarında bulundu. Hikmetyar’dan sonra, Amerikan başkanlarından ikisinin de yanına oturdu. Oralardan aldığı destekle Türkiye Cumhuriyeti’ni Amerika’nın talimatları doğrultusunda yönettiği artık herkesin ağzında. Sokaktaki vatandaşımızdan bile bunu yüksek sesle dillendirdiğini duyarsınız.
İki yıl önceki Teskere konusu ile bugünkü Demokratik Açılım ve Ermeni Protokolü, söylediklerimi ispatlarcasına gözümüzün önünde gelişen hadiseler.

***
Ülke’nin yönetimine talip olanların, Milli Mücadele tarihi ile Cumhuriyet Tarihi’ni bilmeleri bir zorunluluktur. Bunlar bilinmeden olmaz. Yapamazlar…!’ sözünü oldum olası çok sevmiş ve yazılarımda çokça kullanmışımdır.
Bahsettiğim Muhteremler, Milli Mücadele yılları ile Cumhuriyet’in ilanından sonraki uygulamaları bilselerdi; bugünkü durumu böyle olmazdı.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, Türk Ulusu adına uyguladığı onurlu dış siyaset öğrenilmiş olsaydı; her ulusal konumuzu Amerika’ya taşımak ve gözü Amerikan çıkarlarından başka hiçbir şeyi görmeyen Amerikan İdarecilerine danışmak gerekmezdi.
Olay bununla da sınırlı değil tabii. Bahsettiğim siyasi kişilerin kiminin hanı-hamamının yanı sıra, bir kısmının da çocuklarının istikbali Amerika’da aranıyor.
Türkiye’de, bir yanda okulları temizletecek para bulunamazken; veliler topluca okul temizliğini yaparlar, bir yanda da devleti yönetenlerin çocukları, ne idüğü belirsiz burslar temin edilerek Amerika’ya okumaya gönderilir…
Meğer sen neymişsin be Amerika…!
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

28 Eylül 2009 Pazartesi

RTE’NİN AMERİKA ZİYARETİ
VE SONUÇLARI

RTE ve ekibi Amerika’dan döndü. Havaalanı’nda yapılan ilk açıklama inandırıcılıktan uzaktı ve dolaysıyla da tatmin etmedi.
Yanlış anlamadıysam; RTE, Obama ile yapılan görüşmenin 15 dakika kadar sürdüğünü söyledi. Bu süreye neler sığdırdılar bilinmez. Ama, geçmişten hatırlıyoruz ki; böylesi temaslarda işin aslı kapalı kapılar ardında halledilir.
Açıklamanın devamında; Ermenistan ile olan protokolün 10 Ekim tarihinde imzalanabileceği de belirtildi.
Muhterem, BM’deki konuşmasında da esip,gürledi.
Konuşmanın ağırlığı Filistin üzerineydi. Filistin’deki insanlara; İsrail’in uyguladığı baskı ve zulüm elbette kabul edilebilir cinsten değildi. Gazze’ye, sadece kısıtlı miktarda gıda ve zorunlu sağlık malzemelerinin geçişine izin verilmesi İsrail’in ayıbı olduğu kadar, insanlık ayıbıdır da…
Ziyarette dikkati çeken bir başka konu da; RTE’nin korumalarıyla ABD’li korumalar arasındaki itiş-kakışın yarattığı arbedeydi. Olay, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın önünde oldu. ABD güvenlik görevlilerinin, Atatürk Türkiyesi’nin Başbakanı önünde gösterdikleri davranışların diplomatik nezaketle uzaktan - yakından ilgisi yoktu.
Olup-bitenler karşısında Türk Resmi Heyeti sessizliğe büründü.
ABD’li yetkililerin bir süre sonra gelen açıklaması ise;
Aramızda halleştik…’ şeklinde oldu… Bu kadar basit öyle mi?
Başkan Obama, sonraki bir araya gelmelerinde RTE’ye sıcak ve samimi davranıyormuş da; bunlar bir anlamda özür dilemekmiş. Falan, filan… Yandaş medyanın olay hakkındaki yorumu böyle…
Yersen…!
Resmi Ziyaret’ten dışa yansıyanlar işte bu kadardı…

***
Hatırlarsanız, yaklaşık iki yıl kadar önce de RTE’nin bir ABD ziyareti olmuştu. Hani önce Bush randevu vermemiş, onlar da torun ziyaretine gitmişti. Sonunda da beklenen randevu alınabilmiş ve resmi ziyaret de; büyük tantanalarla başlamıştı.
O ziyaretten akılda kalanların, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı başkanlığındaki Resmi Heyeti’n Beyaz Saray’a arka kapıdan alınmasıydı. ABD’li yetkililerin gerekçesi de oldukça ilginçti. ‘Öndeki kapının karşısında ve de caddenin öbür yanında, bölücü terörün ABD’deki uzantılarından üç-beş baldırı çıplak gösteri yapıyormuş da; güvenlik sorunu varmış…
Düşünebiliyor musunuz?
Dünyanın süper gücü olan ve güvenlik konusunda büyük imkanları bulunan ABD, bir resmi heyetin güvenliğini sağlayamıyormuş… Biz de yuttuyduk…!
O günlerde de söylemiştim, ‘Size verilen itibar bu kadardır…’ diye. Beyaz Saray’a mutfak kapısından alınıyorsunuz ve siz Atatürk Cumhuriyeti’nin Başbakanı ve Resmi Heyeti, halen Bush ile olan görüşmeye katılıyorsunuz…! Hatırladığımda bugün bile şaşıyor, sinirimden dudaklarımı ısırıp duruyorum…

***
Halbuki iki yıl önceki ziyarette bir başka ilginç olay daha yaşanmıştı. Resmi Heyet’te bulunan Genelkurmay Genel Sekreteri Org. Ergun SAYGUN, ABD Genelkurmayı yetkilisi muhatabıyla görüşmeye gidiyor.
Randevu saatinde, beraberindekilerle birlikte görüşmenin yapılacağı binaya gelindiğinde; üstleri aranmak isteniyor…
Ergun SAYGUN paşa ne yapıyor biliyor musunuz?
Bu tavrı içine sindiremediği için; derhal oradan ayrılıp oteline dönüyor ve dolaysıyla da görüşmeye katılmıyor. ABD’li muhatabı sonradan oteline kadar gelerek SAYGUN Paşa’dan özür diliyor ve görüşmelere otelde devam ediliyor.
İşte size Devlet Adamlığı’na mükemmel bir örnek.
Bu, nasıl mı oluyor diyorsunuz?
Hemen söyleyeyim:
Org. Ergun SAYGUN Paşa, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün okulunda yetişmiştir. Sanırım bu kadarı yeterlidir.

***
Malum Ziyaret’in sonuçlarını irdelediğimizde;
Demokratik Açılım konusunda konuşulanlardan hiç bahsedilmedi.
Konunun Amerikalı yetkililerle konuşulmamış olması asla inandırıcı olamaz…!
İki yıl önceki ziyarette de böyle olmuştu. Dosyada Tezkere vardı. Başkan Bush’a danışılmadan Meclis’ten alınan Tezkere’ye dayalı yetkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne vermediler. En azından Türk kamuoyundaki inanç böyleydi.
Birlikte hatırlayalım; Tezkere’nin Meclis’ten çıkarılmasıyla, TSK’ya yetki verilmesi arasındaki süre tam bir aydı. RTE’nin o dönemdeki ABD ziyareti de bu süre içinde gerçekleştirilmişti. Onlar istedikleri kadar, ‘Kimseye bir şeyler danışmaya ihtiyacımız yok…’ desinler…
Açılım konusunun da böyle olduğunu düşünüyorum. Bu ve benzeri bir çok konudaki konuşmalar kapalı kapılar ardında yapılmış olmalı. Aksini düşünmek safdillik olur. Bunları zaman ortaya çıkaracak…
BM’deki Filistin üzerine yapılan konuşma, sanki bir şov gibi geldi bana.
Eğer, RTE samimiyse; o halde adama sormazlar mı?
Senin ülkende insanlar geçim sıkıntısı içinde inlerken; BM kürsüsünden Filistin için ağıt yakar bir eda ile konuşmanın anlamı nedir? Sizce de bunca gerçeğe karşın; bu şov değil midir?
Ermenistan konusundaki gerçeklerin, bir çok konuda olduğu gibi, Türk Ulusu’ndan gizlendiği inancındayım. Her şey kapalı kapılar ardında hallediliverdi… Bize anlatılacaklar sadece senaryodan ibaret olacaktır…
Türkiye’nin Ortadoğu’da yapabilecekleri ABD tarafından projelendirilir ve Türkiye de talimatları aynen uygular. Bundan endişe edilmesin…!
Meselenin Türk Ulusu’na anlatılmasına gelince; bunun gereğini yerine getirmek de RTE’ye düşer. O da yapıyor zaten...
Sonuçta, RTE’nin Amerika ziyareti sona erdi. Resmi temaslarda yapılan görüşmelerin, geçmişte de yapıldığı iddia edildiği gibi, belki bir çoğu muhtemel ki kayıt altına alınmamış olabilir. Kanaatim de bu yöndedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinden, kim bilir, bu sefer neler feda edilmiştir?
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

26 Eylül 2009 Cumartesi

DİL BAYRAMI
VE TÜRKÇEMİZ

Herkes ulusal görevini ve sorumluluğunu bilmeli,
memleket meseleleri üzerinde o düşünceyle,
düşünüp çalışmayı görev edinmelidir.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Dil, insanlar arasındaki en önemli bir iletişim aracıdır. Aynı zamanda ulusal yapıyı oluşturan ve sağlamlaştıran ortak bağdır. Kişilerin birbirleriyle olan duygu, düşünce ve dileklerini anlatmada kullandıkları ve kendi kurallarına sahip bir işaretler sistemi Dil’in ana yapısıdır… Toplumda ortak anlaşma ve iletişim aracı olan ifadelerin ve dilbilgisi kuralları olarak tanımlanan kurallar ile bunların doğru kullanılması Dil’i oluşturur… İletişimin en temel unsuru olan Dil, kendi özel kurallarıyla canlı bir yapıdır. İnsan yaşamıyla birlikte de sürekli gelişir ve kendini yeniler.
Cumhuriyet döneminde ve Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde Dil’e büyük önem verilmiştir. Dilimizin, Türk Kültürü’nün anlaşılmasında çok önemli bir etken olduğunu bizzat vurgulayan Mustafa Kemal, Türk Dili konusunda önemli çalışmalar yapılmasına önderlik etmiş ve 1932 yılında Türk Dil Kurumu’nun kurulmasıyla, bundan sonra yapılacak çalışmaların da bir disiplin altında ilerlemesi ve gelişmesini esasa bağlamıştır.
Her yıl 26 Eylül’de kutlanan Dil Bayramı, geçmişteki bu onurlu çalışmaları anmanın yanı sıra Dil’de olabilecek gelişmelere ve yeniliklere Toplumun da ilgisini çekmek bakımından önemlidir.

***
Atatürk’ün 1932 yılında başlattığı Dil Devrimi çalışmaları, Ulusal Kültür Politikası’nın zorunlu gördüğü bir anlayışla sürdürülmüş ve Türk Kültürü’nün öğrenilmesinde Türkçenin ne denli önemli olduğu, her defasında vurgulanmıştır. Türk Ulusu için hedeflenen Çağdaş Medeniyetler Seviyesi’ne ulaşmada, Türkçenin önemi sürekli öne çıkarılarak, bilim dili olarak Türkçeye hak ettiği değer verilmiştir.
Türkçenin, özellikle yabancı sözcüklerden arındırılarak, kendi yapısı içinde arı, saf ve temiz konumu korunmaya gayret edilmiş ve gelecek nesillerin de bunu böyle sürdürmeleri özendirilmiştir.
Ancak, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün aramızdan ayrılmasının ardından başlayan sinsi ihanet faaliyetleri yapacağını yapmıştır. Toplumun her kesimindeki yozlaşma ve adeta çürüme, ne acıdır ki Türkçe Dili’nde de kendisini göstermiştir.
Özellikle, 1950’lerden sonra dayatılan ABD ve genel anlamda Batı özenticiliği, bir çok Temel Değerlerimizi ortadan kaldırmayı amaçladığı gibi; Türkçe Dili’ni de yozlaştırmayı amaçlamıştır.
Son 50-60 yıllık siyasi tarihimizin sorumluları, her ne kadar her siyasi doğru yaptığını iddia ediyorsa da; Türkçemiz’in de bugünkü duruma sürüklenmiş olmasında esas sorumludurlar. Hiç kimse suçu başkalarına ve dayanaktan yoksun sebeplere yüklemeye çalışmasın.

***
ATATÜRK’ün, Gençlerle olan bir konuşmasında Türkçe Dili konusundaki, ‘Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar, sizin gibi duygusu derin, yorulmaz Türk Gençleridir. Türkçemizi günün en ileri bilgi dili yapmak, değerli araştırmalarınızdan beklenir’ şeklindeki büyük anlam içeren ifadesi, sanki hiç yokmuşçasına, söylenmemişçesine davranılmış, insanımızın kültürel geleceği, basit siyasi hırslar uğruna adeta heba edilmiştir.
Bu noktada Biz ATATÜRK Gençliği’ne büyük sorumluluklar düşmektedir.
Muhteşem dilimizi, yabancı dil ve kelimelerin kıskacından ve yozlaşmış kültürlerin gereği olan sokağın argo dilinin etkisinden kurtarmak için gerekenin yapılması önemli bir zorunluluktur.
Gerçeği görebilmek için uzaklara gitmeye, çokça ansiklopedi ve kitaplar karıştırmaya ihtiyaç yok. Herkes, bulunduğu yerde etrafına şöyle bir baksa yeterli...
Özellikle, büyükşehirlerin yaya kalabalığının yoğun olduğu semtlerindeki işyerlerinin tabelaları, anlattıklarımın kanıtlarını ortaya koyuyor. Tabelaların çoğunluğu ya İngilizce yazılmış, yada İngilizce kelimeler öne çıkarılmış… Kendinizi bir an yabancı bir ülkede zannetmeniz işten bile değil…

***
Halbuki; Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, ‘Ulusal his ile Dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk Dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır’ sözleriyle yapılacak olanı işaret etmiştir.
Yol haritası ortaya konulalı epey zaman olmuştur. Ama, bir çok değerimizi olduğu gibi; Türkçe Dilimizi de; politikacılarımızın siyasi hırslarına kurban vermişiz.
Efendiler!
Zaman çok geç değildir.
Konuya ilişkin hassasiyetimiz bir an önce gösterilmeye başlanırsa; uzun zamanda kaybettiklerimizi, çok kısa bir zaman diliminde yeniden kazanmak mümkün olabilir diye düşünüyorum. Bunun için, çaresizce çırpınmanın anlamı yok. ATATÜRK’ün ulusal sorumluluk konusundaki söyledikleri yeter de artar bile…
Elbette ki hassasiyetimizi sadece Türkçe üzerine yoğunlaştırmayacağız. Amaç, TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ne ulaşmaktır. Bunun için; Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri için de gayret göstermeyi göz ardı etmeyeceğiz. Bu gayretler içinde, Türkçe Dili için de gereken zaten yapılmış olacaktır.
Bu düşüncelerle; Türk Ulusu’nun DİL BAYRAMI’nı kutluyorum…
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

19 Eylül 2009 Cumartesi

SINIR ÖTESİ OPERASYONLAR

Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin,
Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.
Ordumuz, Türk topraklarının ve Türkiye idealini
tahakkuk ettirmek için sarf etmekte olduğumuz
sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız
teminatıdır
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK


Bir önceki yazımda RTE’nin suni gündem yaratmada sorun yaşamadığı ve becerikli bir ekibe sahip olduğunu yazmıştım. Hatta, yeni bir gündemin sinyalinin verilmeye başlandığı da yazımda yer almıştı…
RTE, bir-kaç gün önce, sözüm ona, muhteşem Demokratik Açılım Projesi konusunda ahkam keserken; Ankara’da kulaktan kulağa dolaşan ve henüz malum medyanın dillendirmediği bir konu daha ortaya çıkmaya başladı.
AKP ve Zihniyeti hükümeti, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sınır ötesi operasyonlar konusunda, yeniden yetki verecek miydi?
TSK, talebini 14 Eylül 2009 günü hükümete iletmişti. Açıklama böyleydi…
Hükümetten, konu hakkında bugüne kadar bir ses duyulabilmiş değil. Nasıl duyulsun ki…?
TSK’nın 17 Ekim 2009 tarihinde dolan sınır ötesi operasyon yetkisinin süresi uzatılsa bir türlü, uzatılmasa bir başka türlü… Sonra, Demokratik Açılım konusunda roller çok iyi oynanmaya başlanmışken; şimdi pişmiş aşa su katmanın gereği var mıydı? Edinilen bilgilere göre; RTE başta olmak üzere, hükümeti kara düşünceler sarmaya başlamış. Ne yapsa, nasıl etse de bu sarmaldan kurtulabilseler…?
Yakın geleceğin gündemi böylelikle ortaya çıkmaya başladı…

***

Hatırlarsanız; Sınır Ötesi Operasyon yapılmasının ilk yetkisi çıkarılmaya çalışıldığında çok bocalamışlar, her gün üç-beş askerimiz kalleşlerin kurşunuyla şehit düşerken; Meclis’in verdiği Yetki, ABD’ye danışılıp, onayı alınmadan TSK’ya kullandırılmamıştı. Tezkere’nin Meclis’ten çıkarılmasının ardından, RTE, ABD’ye resmi bir geziye çıkmış, Başkan Bush’la ikili görüşmede bulunmuş(…ki bu görüşmenin bir kısmının kayıtlara dahi geçirilmedi iddiaları yaygın), hanidir sonra Türkiye’ye dönmüş ve Yetki TSK’ya verilmişti. Yani, Tezkere’nin Meclis’ten alınmasıyla TSK’ya verilmesi arasında, yaklaşık, bir aylık bir süre vardı…

***

Ayrıca, ABD, Irak’ta yapacağını yapmış, Irak’ın kuzeyinde de; adına Bölgesel Yönetim deniliyor olsa bile, Kürdistan Devleti’ni kurmuştu. Önceki yazımda da söylediğim gibi; nankör Barzani’nin bile, Irak’ın kuzeyi için Güney Kürdistan sözünü etmesi boşuna değildi…
Öteden beri bilinen bir başka gerçek ise; bölücü terörün Irak’ın kuzeyinde yuvalanmasını sağlayan ve her türlü ihtiyacını temin eden, hiç kuşku yok ki ABD’dir. Barzani ise sadece ayak işlerini yerine getirmektedir.
Bu gerçeklere karşın; Türkiye’nin de ABD’nin talimatları ve AB’nin istekleri doğrultusunda ve dışarıdan yönetildiğini ve üzerimizde oynanan her türlü oyunun dışarıda tezgahlandığını göz önünde bulundurursak; yapılmaya çalışılanlar daha bir net olarak kendini gösterir…
Aslında, hükümetin anlattıkları, RTE’nin gayretleri, vs hepsi palavra.
Açıkça söylüyorum; olup bitenler bir tertiptir. Yapılanlar ve yapılmak istenenlerin tamamı ABD’nin ve dolaysıyla da AB’nin baskısı ve dayatmasıdır. Çünkü ABD’nin bölgede çıkarları söz konusudur.
Baksanıza, alfabemize Q, W ve X harflerini bile eklemeye kalkışıyorlar. Bunlar amaçlı ve kasıtlı çabalardır. Gerçi geçmişte, aynı zihniyetin Kültür ve Turizm bakanı olan ve her mekanda uyumasıyla tanınan Atilla KOÇ da, Arapça bazı telefuzların iyi yapılabilmesi için alfabeye bazı harflerin eklenmesini dillendirmiş, ama itibar görmemişti…
Muhteremlerin asıl dertleri Laik Cumhuriyet’le hesaplaşmaktır…

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin, hiç kimsenin bir karış toprağında gözü olmadığı gibi; kimseye de bir saksı dolusu toprak dahi vermek gibi bir zafiyeti söz konusu değildir.
Lozan’ın imzalanmasıyla(ABD, Lozan Anlaşması’nı halen imzalamamıştır) kendini dünyaya kabul ettiren Türkiye Cumhuriyeti, mevcut sınırları içinde ve Yurtta Sulh Cihanda Sulh şiarıyla, barış içinde yaşamayı amaç edinmiştir. Bunu bozmak isteyenlere, gerekçesi ne olursa olsun, asla müsamaha gösterilmeyecektir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, bölücü terörle yaptığı mücadele, son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar sürdürülmelidir. TSK’nın açıklamaları da bu şekildedir. Bunu engellemeye hiç kimsenin gücü yetmez.
Siyasi iktidar da; bölücü terörün yok edilebilmesi için üzerine düşeni bir an evvel yapmak zorundadır.

***

Bu durumda; RTE’nin işi oldukça zor. Bir yanda ABD baskısı ve AB’nin sınırsız istekleri, bir yanda ise; Türkiye Cumhuriyeti’ni ali menfaatleri.
Yakında, uzaktan kumanda ile yazan ve arkasını sıkınca öten oyuncak ördek yavruları örneği, başı okşandığında konuşmaya başlayan sözde yorumcular döktürmeye başlarlar.
Kraldan çok kralcı geçinen bu zavallılar, bölücü terörün çıkarını okşadıklarını bilmezcesine, Sınır Ötesi Operasyonların gereksizliğini, sivillere zarar verdiğini, askerimizin helak olduğunu vb sıralamaya başlarlar. Güya kamuoyu oluşturacaklar ya…
Sonra da sahneye RTE çıkıp, toplumdaki mevcut eğilimden falan bahsetmeye başlar.
Hal böyle olunca da; Sınır Ötesi Operasyon yetkisinin süresinin uzatılıp uzatılmayacağı büyük önem kazanmaktadır.
Gelişmeleri önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz…
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi


Laik Cumhuriyet’in bekası temennilerimle,
Şeker Bayramınızı kutlarım

17 Eylül 2009 Perşembe

NELER OLUYOR?
Önce Kürt Açılım dediler. Bekledikleri olmadı. Ardından Demokratik Açılım başlığıyla yeniden denemeye başladılar. Dikkatleri buraya çekebilmek için de; yandaş basın ve bir kısım kiralanmış kalemler devreye sokuldu.
Dört bir yandan kağıda dökülen yazılar, adeta, havada uçuşmaya başladı.
Biraz kıpırdanma olur gibi göründüyse de; yeterli hareketi sağlayamadılar. Dolaysıyla da; ilgiyi buraya kenetleyip, başka alanları gözden yeterince kaçıramadılar.
Gelişmeler üzerine RTE, çareyi başka ifadelerde aramaya koyuldu.
AKP ve Zihniyeti İstanbul İl Başkanı’nın, Suriye Devlet Başkanı Başer Esad onuruna, WOW Otel’de verdiği iftar yemeğinde konuşan RTE, sözü dönüp dolaştırıp Demokratik Açılım’a getirmeyi başardı.
Demek ki; buna ihtiyaç vardı…
RTE’ye göre bu bir Açılım değilmiş.
Bazılarının yaptığı gibi bir satıra indirgenmiş bir başlık hiç olmazmış.
Paket olması, asla mümkün değil. Çünkü, paket olursa; başı ve sonu belli olurmuş…
Peki, ne menem şeymiş o halde bu saçmalananlar…?
Bir süreçmiş efendim… Bir süreç…!
Tarih içinde kendiliğinden yol alacak ve sorunların Demokrasi yoluyla aşılacağı bir süreç…
Meğerse; muhteremler bu süreci başlatma gayreti içindelermiş.
Sıkıntıları buymuş gariplerimin…
Şunu açık açık söyleseniz de; biz de anlam kargaşasına düşmesek ya…!

***
RTE, bu sıkıntıların için de çabalayadursun; sokaktaki vatandaş sıkıntılı.
Eve ekmek götürmede zorlanılıyor. Ramazanın sonlarına gelinmiş olmasına karşın, dinci kesim tarafından, ramazan öncesi adeta propaganda şeklinde dillendirilen ramazan bereketine bir türlü kavuşamadıklarını, her fırsatta söylediler. Halen de söylüyorlar.
Sokağın bu tavrı, Hükümetin bir kısım üyelerini de çıldırtmaya yetiyor da artıyor bile.
Üstüne, bir de Sel Felaketi ve yol açtığı yaralar eklenmedi mi? RTE, iyice agresifleşti. Gündemi yeniden yoğunlaştırma çabaları arttı.
Ne yapıp ne edip, Türk Ulusu’nun dikkatini, bir şekilde bir yerlere çekip, milletimizi oralarda, olabildiğince, oyalayabilmeliydi. Çünkü, yaratılan yapay gündem ve ramazan öncesi dinci kesimin propaganda söylemleri, gelişmeleri hükümetin lehine çevirmeye yetmedi.
Aklı başında herkesin gördüğü gerçeğin de iç açıcı olmadığı ortada. İktidar nimetlerinden nasiplenen bir kısım yalakaları saymazsak; nüfusun çoğunluğu, neredeyse bir ramazan pidesi alırken bile kara kara düşünür oldu.
Hükümet aleyhine, oy aldıkları kesimlerden bile aykırı sesler yükselmeye başladı. Buna, düne kadar canciğer kuzu sarması oldukları ve bir dönem Ekonomi’nin emanet edildiği bakan olan, bugünkü Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif ŞENER’in, ekonomik ağırlıklı muhalif sözleri de eklendiğinde; durum çığırından çıkabilecek noktaya ulaştı.

***
Neler oluyor dersiniz?
Bana göre deniz bitti ve gemi kumsala oturdu. Bundan sonrası karayolu ve ardından da; Anadolu köylüsü Ahmet Efendi’nin tarlası uzanıyor boylu boyunca…
Gemiyi, bu noktada değil hareket ettirmek, kımıldatmanın bile imkanı olmadığını, az çok paradan anlayan ve hesap yapabilen herkes görebilir…
Değirmene su gelemeyecek noktaya ulaşıldı.
Ama, değirmenin çalışması ve çarkların, dolaysıyla da taşın dönmesi gerekir.
Peki nasıl olacak bu…?
Elbette ki parasal güç veya destekle.
Üretim yapılmadığına göre para nereden bulunacak?
ABD emperyalizmi ve IMF ne güne duruyor. AB karşısında neden el ovuşturulup, kapı önlerinde bekleşiliyor?
Gidilir, hemen borç alınır. İyi de; kazın ayağı pek öyle değil. Elin adamı borç verir de; karşılığını da fazlasıyla alır. Bu da yetmez dediklerini, istediklerini bir güzel yaptırır.
Hatta dayatmaları ve talimatları ard arda sıralar…

***
O halde, siz hükümet olsanız ne yapardınız?
Üretim yapabilecek alt yapıya altı yılı aşkın bir zamandır hiç eğilmemiş, hatta itibar bile etmemişsiniz.
Sıcak paraya da ihtiyacınız var. Yüksek değerlere sahip Cumhuriyet Kurum ve Kazanımları’nın en önemlilerinden bir kısmını da elden çıkarıp, ağırlıklı olarak şeriat sermayesine peşkeş çekmişsiniz. Satabilecek fazla bir şeyiniz de kalmamış.
Ne olacak şimdi?
Yorulmayın! Hemen söyleyeyim…
Yeni bir gündem yaratmak gerek.
Hani geçmişte sıkça yapılan, ‘Cambaza Bak’ deyip, insanımızı tel üzerindeki cambaza baktırıp, geriden her türlü numarayı çevirme dönemi var dı ya…! Tıpkı onun gibi…
Yeni ve ilgi çekebilecek, Türk Ulusu’nu biraz daha oyalama amacına yönelik yeni bir gündem oluşturacak konular bulmak.
RTE’nin bunda fazla bir sıkıntısı olmadığı biliniyor. Suni gündem yaratmada iyi bir ekibe sahip olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Yeni gündem konuları çarçabuk bulundu ve RTE de bunları dillendirmeye başladı bile…
İzniniz olursa, yeni gündem konularını da gelecek yazımda sizlerle paylaşmak istiyorum…

CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

15 Eylül 2009 Salı

AÇILIM MI?
ÜLKE’Yİ BÖLMEK Mİ?

Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi
gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler
bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha
tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun
yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Son bir-iki aydır hükümet ve yandaş medya ile bir kısım hain ve işbirlikçinin ağzından düşürmediği sözde Demokratik Açılım gündeme iyiden iyiye yerleşti. Hele, aydın kisveli bazı zavallılar, tutulup kapılmıyor. Nereye baksanız onları görüyorsunuz. Gazete sayfaları, televizyon ekranları… Hatta magazin sayfaları ve programlarında bile varlar…
Demokratik Açılım adı altında ülkeyi sürüklemeye çalıştıkları yer, aklı başında duyarlı vatandaşlarımızı derinden düşündürdüğü gibi, her an içimizi acıtmaya da devam ediyor.
Efendiler…!
Sizin ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Terörün bitirilmediği ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, son terörist yok edilinceye kadar silahlı mücadelenin aralıksız ve kesintisiz sürdürüleceğini açıkça söylediği günümüzde, siz hep bir ağızdan Neyin Açılımı’nı yapıyorsunuz?
Açılımdan kasıt Kürt kökenli vatandaşlarımıza bir takım ayrıcalıklı haklar vermekse; bir kısım vatandaşlarımız farklı bir muamele mi görüyorlar da; buna ihtiyaç duydunuz? Bunun için mi Demokratik Açılım konusunu gündeme getirdiniz? Yoksa bu gayretler; bölücü teröre bir şekilde destek sağlamak amaçlı mı…?

***
Türkiye’nin Kürt sorunu yok, aksine bölücü terör sorunu vardır. Terörü bitirmeden, Kürt kökenli vatandaşlarımızın ağırlıklı olarak yaşadığı Güneydoğu Bölgemizdeki sorunlar çözülemez. Öncelikle güvenlik sağlanamaz ki; diğer sorunlar çözülebilsin…
Terörü bitirmek için önce arkasındaki siyasi gücü ortadan kaldırmak gerekir. Bu mücadelede sadece TSK tarafından yürütülen silahlı mücadele yeterli olmuyor. Olmaz da…! Olayın, ekonomik, kültürel, siyasi ve eğitim gibi çok yönlü önemli boyutlarının daha olduğu görmezden gelinemez. Bunlar ise; siyasi iktidarların görev sahasına giren hususlardır.
Böylesi gerçekler gün gibi ortada dururken; Siz, Demokratik Açılım saçmalığıyla hangi kesime hizmet verilmeye çalışıldığının bilincinde misiniz?
Barzani nankörü, Irak’ın kuzeyine Güney Kürdistan diyor. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden hiçbir yetkili çıkıp da; ‘Sen ne diyorsun Arkadaş? Güney Kürdistan dediğin yerin kuzeyi benim Vatan topraklarımda kalıyor. Bunu nasıl söylersin…?’ diyemiyor. Aksine, bu sözün sahibi şarlatanla ikili görüşme için masaya oturuluyor. Ankara’ya davet edilip, ağırlanıyor. Bunun da adına diplomasi deniyor öyle mi? Sevsinler sizin diplomasi zihniyetinizi…
Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır. Lütfedip de Cumhuriyet Tarihimize bir göz gezdirirseniz; Diplomasi’nin nasıl olduğunu görebilir, öğrenebilirsiniz.

***
Kürt kökenli vatandaşlarımızla hiçbir sorunumuz yoktur. Olması da düşünülemez. Ancak, bölücü terörün ve dış desteklerinin, içimizdeki hainler ve işbirlikçilerle birlikte sergilemeye çalıştığı ve ABD’nin BOP projesine hizmet eden tezgahlara dikkat etmek gerek. Hiçbirisi iyi niyetli girişimler değildir.
Türk Ulusu, bir asırdır oynanan bu oyunun, bugüne değin sergilenmiş bir çok tezgahına şahit olmuştur. Hepsinin de ters yüz edildiği, Milli Mücadele ve Cumhuriyet Tarihimizin altın sayfalarında yerini almıştır. İsteyen ve bilhassa bilmeyenler açar, okur ve de öğrenir. Böylesi hassas konular, ABD’nin talimatları, AB’nin arzuları ve içimizdeki Hainler ve İşbirlikçilerin verdiği gazla çözülmez. Çözülemez…!
Anadolu’da; ‘El adamın öğüdünü verir de ekmeğini vermez…’ diye güzel bir söz vardır. Zaman, aklı başa alma zamanıdır… Ülkeyi kaosa ve akabinde de muhtemel bir bölünmeye götürebilecek olaylara sürüklemenin hiçbir haklı mantığı olamaz!
Konunun Oldukça hassas olduğu doğrudur. Çok dikkatli olmak zorundayız. Etnik ayrımcılığa çanak tutan zihniyet, olayın nerelere varabileceğinin hesabını iyi yapmalıdır. Aksi halde; işin vebali ağır olur…
Yarın, daha bir çok farklı kökenden gelen Lazların, Çerkezlerin ve Tatarlar gibi vatandaşlarımızın kendi dillerinde eğitim yapılması, üniversitelerde dilleri-kültürleri konusunda bölüm veya enstitü açılması, devletin televizyonunun, yine kendi dillerinde yayın yapmasını istemeleri söz konusu olduğunda; acaba buna nasıl bir çözüm bulmayı düşünürsünüz?
Yoksa; Demokratik Açılım 1, 2, 3, 4, vb gibi sıralama mı yapacaksınız?

***
Emperyalist güçler istiyor diye; İmralı’daki katili, ömür boyu besleyecek, belki ileriki zamanda, sıkılmasın diye, yanına arkadaş bile verecek ve bölücü terörün siyasi uzantısı olduğu herkesçe bilinen siyasi parti mensuplarını hapisten çıkarıp, milletvekili olarak Meclis’e getireceksiniz… Ardından da; sanki Türk Ulusu’yla alay edermişçesine, Demokratik Açılım’dan söz edeceksiniz. Ortaya konulmaya çalışılan garip uygulamaların sonuçları iyi hesap edilmeli.
Efendiler…! Akıllı olun ve Türk Ulusu’nun olmazsa olmazlarına, kırmızı çizgilerine büyük özen ve dikkat gösterin.
Atatürk Türkiyesi’nde yaşayan her kim olursa olsun; Türk Ulusu’nun geleceği ile böylesine oynanmasına asla müsamaha gösterilemez. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Olamaz da…!
Yapılmaya çalışılanların Demokrasiyle, Açılımla falan bir ilgisi yok. Böylesi bir uygulamaya, olsa olsa Türkiye’yi Bölme Projesi ismi konulabilir…!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün; ‘Herkes ulusal görevini ve sorumluluğunu bilmeli, memleket meseleleri üzerinde o düşünceyle, düşünüp çalışmayı görev edinmelidir’ şeklindeki veciz ifadesi sanki bugünler bilinerek söylenmiştir…
Atatürk Gençliği olarak bizlere büyük görevler düşmektedir.
Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku asla akıldan çıkarılmamalıdır.
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

13 Eylül 2009 Pazar

ÇAMUR ÜZERİNDEN
SİYASET YAPMAK

İstanbul ağırlıklı olmak üzere çevre illerin bir kısmında ve Anadolu’nun yine çeşitli il ve ilçelerinde yaşanan son sel felaketi, Türk Ulusu’nun, konuyu siyasallaştırmak istemeyen fertlerini olduğu gibi, beni de derinden üzdü.
Hepimiz sel felaketini üzüntüyle izlerken; bir kısım televizyon ve medya organlarının alışılmış yayın anlayışını sürdürmeleri düşündürücüydü…
Hayatını kaybeden ve henüz nerede bulunduğu belirlenemeyen vatandaşlarımıza üzülüyor olmamın yanı sıra, evini-barkını, bağını-bahçesini, malını-mülkünü sel felaketinde yitiren vatandaşlarımızın durumu gerçekten içimi acıtıyor.
Çağdaş toplum ve yönetimlerde, böylesi olağanüstü durumlarda, hükümetler hemen acil tedbirleri alır, yaraları çarçabuk sarmaya başlar ve mağdur vatandaşlarımızı, devlet adına, bir baba şefkatiyle bağrına basar, acılarını hafifletecek tedbirleri hemen uygulamaya koyar…
Ama, nerede o günler…?

***
Özellikle İstanbul’un Ayamama Deresi ve civarında, yağmurun yoğun düştüğü yerlerde, Dere, yatağına sığmayarak taşmış, büyük su baskınları yaşanmış ve beraberinde her yerleri çamur kaplamış…
Olayın hemen ardından gözler İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve ilgili personelini oralarda aradı.
Ama ne gezer…?
Başkan, bir müddet sonra bir kısım televizyon ekranlarında, olayın sorumlusunun, İstanbul’u 44 yıldır yönetmiş olan CHP’de olduğunu anlatma gayretindeyken görüldü. Ardından da, ayağında koyu renk çizmeleriyle çamurlu yollarda ve oy ağırlığının kendisine kaydığı bilinen kenar semtlerde gezindiğine şahit olundu…
Başkanın yüzü çok bozuktu. Dün birer torba bulgur, makarna ile üç-beş çuval kömür karşılığı oyunu almayı becerdiği vatandaşlardan tepki görmeye başlamıştı. Çamur söylemlerinden siyasi rant çıkaramayacağını anladığında oradan ayrılıp, soluğu RTE’nin yanında aldı ve İstanbul’a, birlikte, havadan bakmaya başladılar.

***
Baba şefkati göstermesi beklenen hükümetin olaya pek fazla eğildiği görülmedi. Başbakan’ın İstanbul’da olduğunda; felaketin ağırlıkla yaşandığı her yere uğrayıp vatandaşla birebir temas kurması beklenirken; kendilerinin, varoşların da en kenarı sayılabilecek mahallelerde olduğu izlendi. Temaslarında, vatandaşla, yaşadığı çamura batmış mahallede neden halen kirada oturduğu ve aynı paradan daha azını vererek TOKİ’den ev almadığı muhabbetinin ağırlıkta olduğu görüldü.
Bunun dışında da;
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyla birlikte İstanbul’a havadan baktığı görüntüleri çıktığı ortaya…
Elbette ki bunları hep birlikte izledik.
Ama, en çok olayın tamamıyla ilgili CHP’ye yüklendiği konuşmaları çınladı kulaklarımızda.
Başbakan’a göre;
-
Ayamama Deresi’nin taşmasının,
-
24 vatandaşımızın sele kapılarak canını vermesinin,
-
9 vatandaşımızın sel sularında kaybolmasının,
-
Dere yatağına imar izni verilmesinin,
-
Bazı yerlerde yandaşlara imar imkanı açabilmek uğruna dere yatağında daraltma çalışmaları yapılmasının,
-
Yine aynı yerlerde TIR parkı izni verilmesinin,
-M
addi zararın boyutlarının trilyonlarca liraya ulaşmasının,
-Ve daha bir çok olayın,
sebebi ve sorumlusu CHP’li yönetimlerdi. Kendisinin Büyükşehir Belediye Başkanlığı dahil AKP ve Zihniyeti dönemi yönetiminin hiçbir sorumluluğu yoktu.
Başbakanın böyle ifadeler sarf ettiği TV haberlerinden kulaklarımızda kalanlardır. Kısaca yaşananların tamamı CHP’ye mal edilip, İstanbul’la birlikte bir çok il ve ilçede yaşananların ve her yerlerin de çamura bulanmasının sorumlusunun onlar olduğu hükümetin ağzından düşmemektedir.
CHP’li ilgililer ise sorumlunun hükümet ve dolaysıyla Başbakan olduğu, çamura yol açan ve büyük kayıplara sebebiyet verenin hükümetin uygulamaları ve dolaysıyla AKP ve Zihniyeti olduğunu ısrarla söylüyorlar…
Muhalefetin diğer bir kısmı da; aynı hususları dillendirerek, hükümetin sorumluluğunu hatırlatıyor ve çamur üzerinden siyaset yapma gayretinde olduğu görüntüsü veriyordu…
Siyasiler’den ilk etapta alınan tepkiler böyleydi. Muhteremlerin görüşlerinde bundan sonra değişmeler olacak mı?
Bilemem… !
Olursa birlikte görür, izleriz…
Başka bir gerçek var ki; hiçbirinin, Anadolu’nun diğer yerlerindeki yağmurun ve sel felaketlerinin yarattığı sorunlara ve bundan sonra olabilecekler konusunda alınabilecek tedbirlere değinmek gibi bir arzusu olduğunun görülmediğidir. Çünkü, oy potansiyeli ağırlığı İstanbul’da…

***
Sonuçta; olanlar yine vatandaşa oldu. Siyasilerin hiç birinden acil çözüm konusunda dikkat çekici bir öneri geldiği görülmedi. İktidar yanlılarıyla muhalefet ilgililerinin çamur üzerinden siyaset yapma gayretleri hepimizin gözleri önünde gerçekleşti.
Vatandaşın başına gelen bunca acıya karşın, böylesine çamur muhabbetinden medet umma çabaları, hiçbir çağdaş ülkede görülebilecek bir manzara değildir. Olamaz da…!
Oysa gerek hükümet, gerekse muhalefet ilgililerinden; yaraların nasıl sarılacağı ve acıların nasıl dindirileceği ile maddi kayıpların ne şekilde karşılanabileceği ve evsiz-barksız kalmış vatandaşlarımız konusunda neler yapılabileceği hususlarında acil çözüm önerileri beklenirdi.
Alınan tedbirler açıklanır ve derhal uygulamalara geçilsin istenirdi…
Ama, Çamur Üzerinden Siyaset Yapmak varken, neden böylesi çağdaş uygulamalar yapılsın ki…?

CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

11 Eylül 2009 Cuma

GÜNDEM ÜZERİNE
Dostlara Merhaba,
Uzun sayılabilecek bir zamandan buyana yazamadım. Bunun, elbette çeşitli sebepleri var.
Herkesin olabileceği gibi; benim de çeşitli sorunlarım oldu. Araya yaz aylarının bunaltıcı havası da girince; sorunlarla boğuşma oldukça zamanımı aldı. Bir süreliğine Ankara dışında bulunmuş olmam da ilave sebepler olarak değerlendirilebilir.
Umarım bir daha öylesi yoğun sorunlar yaşamak zorunda kalmam.
Ülkenin içinde bulunduğu güçlüklerle baş etmeye çalışırken; kişisel konular da devreye girince, inanın bunalttı…
Hepsi şimdilik geçti.
Bu dönemde, gerek konferans ve panel davetinde bulunan, gerekse çeşitli konularda görüşmek isteyen dost, arkadaş ve kardeşlerime cevap veremediğim için beni bağışlamalarını ve hoş görmeye çalışmalarını istiyorum.
Böylesi taleplerin yinelenmesi halinde değerlendirebileceğimi belirtirim.
Nihayet Ankara’ya döndüm ve yazılarıma yeniden başladım…
Bir daha öylesi yoğunluk yaşamayacağımı umarım.

***
Yoğun sorunlar içinde boğuşurken gündemden neler gelip geçtiğine bir göz gezdirelim:
Ermenistan’la sınır kapısı açılması konusundaki gayretkeşlikler unutulacak gibi değil. ABD’nin dayatması ve AB’nin de ısrarcılığı ile bu ülke ile sıcak ilişkiler kurulmak istenmesinin üzerine söylenebilecek çok söz var.
Bulduğu her fırsatta Türkiye’nin altını oymaya çalışan, bölücü teröre halen açık desteğini sürdüren ve özellikle de Erivan’daki muhalefetin sert tepkileri halen devam eden Ermenilerle, ABD ve AB dayatmalarına istinaden sıcak ilişkiler içine girme çabalarının izah edilebilecek yanı olamaz. Hele, bir çok değerimizin görmezden gelinerek, düşmanlıklarını saklama ihtiyacı dahi duymayan bu ülke ile gizli protokoller yapmak, elbette etik değerlerle uyum sağlamıyor. Sağlayamaz da…!
Türkiye Cumhuriyeti’nin 90 yıllık onurlu dış politikası bir kalemde kenara konulamaz. Bunun ısrarla yapılmak istenmesi halinde; uygulamanın Cumhuriyetimize ve Cumhuriyet Tarihimize ihanet anlamına geleceği açıktır...!

***
Yaklaşık üç aydan buyana açıklanan enflasyon değerleri çok komik. Bulunduğum farklı yerlerdeki vatandaşlarımızla yaptığım sohbetlerde durumdan memnun olana rastlamadım. Her ne kadar, hükümetin yandaşları için yarattığı açıkça sırıtan imkanlardan beslendiği her halinden belli olan bir-kaç kişinin memnun olduğu görülse bile; bunların dışında hiç kimsenin yüzü gülmüyor…
Ama, aylık enflasyon değerleri sıfıra yakın değerler olarak açıklanıyor. Bazen sıfırın altına çekildiği de olmuyor değil hani.
Esnafı, çalışanı, emeklisi, memur ve işçisi, hatta sokaktaki vatandaşı bile enflasyonun böylesi düşük olmasını, hiçbir şekilde fark edemediklerini belirtiyor. Ceplerindeki paranın ve dolaysıyla da alım gücünün, her gün, süratle eridiği ifade ediliyor.
Alınan kısa vadeli tedbirlere karşın(Bir kısım mal ve hizmetlerdeki KDV ve ÖTV gibi vergilerde indirim yapılması) işçisinden sanayicisine, köylüsünden memuruna ve gencinden yaşlısına durumundan memnun olan henüz yok…
Söylemler, her ne kadar anlattıklarımla çelişiyor gözüküyorsa da; Anadolu’ya gidip baktığınızda, gerçeğin acıklı yüzüyle karşı karşıya kalıyorsunuz.
Bir kısım üreticilerimiz ve köylü vatandaşlarımız, karayolu kıyısında mekan tutup, ürettiğinin bir kısmını gelen-geçene satmaya çalışıyor. Ne yapsın ki…? Eve ekmek gitmek zorunda.
Kısacası, Anadolu karnını doyurabilmek için yollara dökülmüş…

***
Yılın ikinci yarısı Açılım Dönemi oldu denilebilir.
Kendilerine Aydın sıfatı yapıştıran bir kısım sözde yazar-çizer ve hatip özenticileri, güdümlü ve bilinçli olarak gündeme taşınan Demokratik Açılım projesi konusunda pek cevvalleştiler. Neler saçmalamıyorlar ki…?
Projeyi gündeme taşıyanı bile şaşırtacak nitelikteki bu Kraldan Çok Kralcı Tavırlar, aklı başında her vatandaşı derin derin düşündürmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Ulusal ve Üniter Devlet yapısından rahatsızlık duyan bu sömürge veya manda özlemcisi zihniyet, işin ulaşabileceği boyutları yeterince düşünmeden estirip duruyor. Böylesi sorumsuzluğun altında ülkeyi önce bölüp, parçalamak ve sonra da yok etmek zihniyetinin yattığı sizce de sırıtmıyor mu…?
Ülkemizin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ağırlıkta olmak kaydıyla bir çok şehrimizde yaşamlarını sürdürmeye çalışan Kürt kökenli vatandaşlarımızla; dün olduğu gibi bugün de hiçbir sorunumuz yoktur. Olamaz da…! Yarın da olamayacağını garanti ederim.
Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için olmazsa olmazımız olan temel değerler konusundaki ortak inançtan vazgeçilmeyecektir. Dolaysıyla da; bizi bölüp, parçalamak ve sonra da yok etmek isteyenlerin oyunları bozulmuş olacaktır.
Atatürk Türkiyesi’nin Kürt sorunu yoktur, bölücü terör sorunu vardır.
Bu konuda da; hainler ve işbirlikçilere karşın, bugüne değin oldukça mesafe alınmış ve bölücü terörle olan top yekün silahlı mücadele kararlılıkla sürdürülmektedir. Diğer alanlardaki mücadelenin de aynı inançla sürdürülmesi gerekir…
Son haftalarda, hükümetin de ağzından düşürmediği ve çeşitli biçimlere sokarak şirin bir görünüme büründürmeye çalışıldığı izlenimi veren Demokratik Açılım söylemleri, nedense Milli Mücadele döneminden; ‘…padişahın İngilizlere, padişah ve efradı ile mevcut kişisel mallarının korunması karşılığında, Anadolu’nun istedikleri yerini, diledikleri miktarda askerle işgal edebileceklerini istediği şeklinde bir talepte bulunduğu…’ anekdotunu hatırlatıyor.

***
Yaşanan son Sel Felaketi üzerine söylenebilecek hususları, zaten bir çok arkadaşımız, çok isabetli tespitlerle dile getirmiş bulunuyor.
Ancak şunu bir kez daha vurgulamak gerekir:
Bu Sel Felaketi’nin sorumlusu, kurum olarak Yerel Yönetimler, kişi olarak da onun başında bulunanlardır. Olayı şuraya buraya çekmenin hiçbir anlam ve mantığı olamaz. Mağdurlara ‘Geçmiş Olsun’ temennilerimi sunuyorum…

***
Bekir COŞKUN’un, Hürriyet Gazetesi’nden ayrıldığını üzüntüyle öğrendim. Sizler gibi ben de konu hakkındaki açıklamayı okudum. Yıllardır yazılarını büyük keyifle okuduğumuz Bekir COŞKUN’un, Hükümetin Basın üzerinde kurmaya çalıştığı baskının etkisiyle Hürriyet’ten ayrılması elbette düşündürücü. Doğan Grubu ile Hükümet arasındaki ilişkilerin ayrıntısını, zaten çoğunluğumuz gibi ben de medyadan izliyorum. Onun için bu konuya fazla girmeyeceğim. Ama, baskı hangi konuda olursa olsun ve nereden gelirse gelsin kabullenmem imkansız…!
Bekir COŞKUN gibi toplumun hararetle ve büyük istekle yazılarını okuduğu kişilerin yazdığı yayın organının adı çok da önemli değil. Çünkü, bu kalemlerin, Türk Ulusu’na karşı bir ihanet tezgahı içinde bulunan kesimle bir uyum içinde olabileceklerinin düşünülemeyeceği inancındayım…
Bekir COŞKUN büyüğümüze, bundan sonraki yayın yaşamında sağlık içinde ve Türk Ulusu’nu aydınlatmaya devam eder nitelikte yazılarının devamını getirmeyi temenni ettiğimi belirtmek isterim…

***
Geçtiğimiz aylarda ve sizlere yazılarımı gönderemediğim dönemde gündeme irili ufaklı bir çok konunun daha getirilmiş olmasına karşın; sizleri sıkmamak adına yazıyı uzatmanın gerekli olmadığını düşünüyorum.
İleriki zamanlarda yine gündemde yer alabilecek konular hakkında yazmayı sürdüreceğimi belirtmek isterim.
Atatürk Türkiyesi’ne karşı yapılmaya çalışılan sinsice ve alçakça saldırıların organize bir şekilde tertiplendiği sizin de dikkatinizden kaçmıyordur. Geçmişte de sıkça dile getirdiğim gibi, karşı devrimcilerin boş durmadıkları açıktır.
Atatürk İlke ve Devrimleri’ne inanmış, Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na bağlı olan Atatürk Gençliği’nin dikkat etmesi gereken en önemli ayrıntı, Karşı Devrimci Güçler’in, Arkalarında ABD ve AB’nin desteği ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin her türlü olanaklarını kullanarak kendi devletlerini yaratma gayreti içinde olduklarıdır. Bu, asla gözden uzak tutulmamalıdır.
Mücadelemiz kesindir ve Laik Cumhuriyet’in bekası için ilelebet sürecektir.

CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi