18 Mayıs 2009 Pazartesi

ATATÜRK
YENİDEN SAMSUN’DA!
(4)
17 Mayıs 2009 tarihli yazımın devamı

(…)Vali Vekili karargahta bir odaya kapanmış, yeni konuşmasını yazmaya çalışıyordu. Mucizelerin,keramet hikayelerinin anlatıldığı bir ortamda büyüyüp yetiştiği için durumu bir çok kişiden daha kolay kabullenmişti. Bazı seçilmiş insanların, yüce Allah’ın izniyle kuş gibi uçtuklarını, aynı anda iki yerde birden bulunabildiklerini çok duymuştu. Gönül gözü açık olanlar için böyle olaylar, olağan işlerden sayılırdı. Yüce Allah, ezeli, ebedi ve şaşmaz kanunlarını, eğer isterse, elbette askıya alabilir, yavaşlatabilir, hızlandırabilir, hatta tersine bile çevirebilirdi. Buna ne engel olabilirdi ki? Rabbin cilvesi ve nüktesi tükenir miydi hiç?
Takdir-i İlahi şimdi de böyle tecelli etmiş, alemlerin Rabbi, Atatürk’ün geri dönmesini münasip görmüştü.
İçini çekip gözlerini havaya dikti.
Ya Rabbi…’ diye inledi. ‘Senin varlığına, birliğine, kudretinin sonsuzluğuna, himmetinin ululuğuna amenna ve saddakna! Ama bunu niye yaptın? Şimdi ne olacak? Hele ben ne olacağım?

* * *
Ülkenin dört bir yanındaki bütün radyo ve televizyonlar, adeta, saat 15.00’te yapılacak açıklamaya endekslenmişti. Herkeste büyük bir heyecan ve merak başlamıştı. Açıklama nasıl olacaktı.
Karargahın önünde bekleşen muhabirler, 14.50’de, sessiz davranmaları istenerek içeri davet edildiler. Hazırlıklar hızlıca sürdürüldü. Kameralar canlı yayına hazırlandı.
Nihayet beklenen an gelip çattı.
Vali Vekili ve Komutan salona girerken, yayın kamerasının kırmızı ışığı yandı. Saat tam 15.00’ti. Komutanın heyecanlı olduğu görülüyordu. Vali Vekili sapsarıydı. Masaya geçtiler. Komutan boğuk bir sesle elindeki metni okumaya başladı. İki eliyle tuttuğu kağıt tiril tiril titriyordu.
Sevgili Vatandaşlarım,
Bu açıklamayı devletin izni ile yapıyorum. Beni dikkat ve soğukkanlılıkla dinlemenizi rica ederim. Bugün sabahtan beri Samsun’da bir mucize yaşamaktayız. Bu mucize, emperyalizme ve onun iç uşaklarına karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın zafere ulaşmasından daha şaşırtıcı, daha inanılmaz ve daha olağanüstü bir olay değildir. 1919 ile 1938 arasında, ardı ardına bir çok mucize yaşamış, mucizeye alışık bir milletiz.

Komutan gözlerinin yaşarmasını engelleyemedi.
Şimdi bu ulusal özelliğimize güvenerek açıklıyorum. 1938’de ebediyete kavuşmuş olan, Milli Mücadele’nin lideri, Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı ve Cumhuriyetimiz’in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ilk gelişinden 80 yıl sonra, bu sabah, Samsun’a yeniden ayak basmıştır.
Birdenbire sanki zaman durdu, her şey donup kaldı. Sonra müthiş bir şey oldu. Televizyonları başında açıklamayı izleyen yüz binlerce Samsunlunun kopardığı sevinç, hayret ve korku çığlıkları, koca karargahın kalın duvarlarını sarstı.
..Beraberinde, bazı silah ve devrim arkadaşları vardır. Şu anda karargahımda misafir bulunuyorlar. Atatürk ve arkadaşları, bugün saat 17.00’de, helikopterlerle Ankara Etimesgut Havaalanı’na ineceklerdir…
Komutanın ardından Vali Vekili konuştu. Olaya tanık olduğu ve birkaç kısa ayrıntıdan sonra açıklama sona erdi…
Arkadaşlar,
Gördüğünüz üzere ATATÜRK YENİDEN SAMSUN'DA. Tarih, bir mucizenin gerçekleştiğine daha tanıklık etmiştir…
Ankara telaş içinde. Ülkeyi yönetenlerin elleri ayaklarına dolaşıyor. Şaşkınlıklarına mı yansınlar, yoksa beceriksizliklerine mi? Ayrıca, Atatürk Ankara’ya geldiğinde, O’na ne diyebileceklerine mi?

***
Türkiye’de yer yerinden oynadı. Evler bayraklarla donatıldı, milyonlarca insan sokaklara, meydanlara döküldü.
Bu olağanüstü olay dünyayı da şaşkına çevirmişti. Yüzlerce muhabir ve gözlemci Ankara’ya hareket etmek için seyahat bürolarına hücum ettiler…
Bu arada bir kısım politikacıların, köşe yazarlarının, ekran güllerinin, din tüccarları ve aktörlerinin, bar entellerinin, türlü numaracıların, takkeli-takkesiz liboşların, sahte tarihçilerin, bazı özel okul kurucularının, tarikat şeyhleri ve cemaat reislerinin panikledikleri gözleniyordu.
Demirel de, haberi ilk duyduğu andan beri ateş üzerinde oturmaktaydı…
Belirtilen gün ve saatte helikopterler alana indi. Atatürk Sabiha Gökçen ve Salih Bozok’la birlikte ilk helikopterden indi. Demirel de karşılayanlar arasındaydı. Kaynaşan kalabalığı yararak Atatürk’e sokuldu ve Cumhurbaşkanlığı forsunu taşıyan aracı göstererek, ‘Buyurun efendim..’ dedi.
Atatürk’ün içinde bulunduğu araç ve dolaysıyla konvoy için Etimesgut, İstanbul Yolu, Ankara Garı, Ulus Meydanı, Sıhhiye, Kızılay, Bakanlıklar ve Çankaya şeklinde bir güzergah belirlenmişti.
Atatürk, yol boyunca gördükleri hakkında çeşitli sorular soruyor, aldığı cevaplar karşısında memnuniyetsizliğini gizlemiyor, aksine açıkça belirtiyordu. Demirel ise bunları cevaplamakta zorlanıyordu.
Bunlara bir-kaç örnek vermek gerekirse:
Atatürk, yollara dökülmüş, çılgınca alkışlayan halkın arasına merakla karışmış olan sakallı, dantel takkeli, bol pantolonlu erkekler, torba çarşaflı kadınlar ve türbanlı kızları görünce; ‘Yoksa bunlar Yakın Doğu’dan gelen turistler mi?’ diye sordu.
Demirel, ‘Hayır efendim, bunlar şeyler.. mümin vatandaşlarımız.
Atatürk, ‘Öyle mi? Peki, şu benzi solmuş, gözleri içeri kaçmış insancıklar kim? Vah vah. Hastaları böyle yola dizmeye ne gerek vardı?
Efendim, onlar hasta değil, memur ve işçi vatandaşlarımız.
Hızla Kızılay’a gelindi. Refüjlerin iki yanına dizilmiş demir babalar ve aralarına gerilmiş kapkara zincirler, Atatürk’ü iyice irkiltti.
Bunlar ne sayın Cumhurbaşkanı?
Süs efendim.
Biz, 80 yıl önce her türlü zinciri kırıp atmıştık. Kim geçirdi bu kara zincirleri süs diye Ankara’nın boynuna?
Demirel durumu kurtarmak için açıklama yapmak gereğini duydu:
Fıskiyeler efendim.
Anlaşıldı. Türkiye’de yalnız toprak değil, zevk ve görgü erozyonu da var. Hayrettin Karaca bu konuya da vakit geçirmeden el atsa iyi olacak.
……
Kortej hızla Çankaya’ya ulaştı. Köşk’ün ana kapısından içeri girildi. Eski, küçük Köşk’ün önünde durdular. Atatürk karşılayıcılara bir-kaç sözcükle teşekkür etti, Demirel’in elini sıktı ve Köşk’ün kapısında saygı nöbeti tutan tığ gibi subayları selamlayarak, arkadaşlarıyla birlikte Eski Köşk’e girdi.

* * *
Halk toplanmış, çok şey ifade eden uğultusu dört bir yana yayılıyordu. Siyasetçilerin buna canı sıkılıyordu.
Bu halk ne istiyordu yahu?
Atatürk’ü böylesine çılgınca özlemeleri için ne sebep vardı ki? Memleketi evelallah gül gibi idare etmekteydiler.
…..
Atatürk o akşam saat 21.00’de televizyonda bir konuşma yapmak istediğini bildirince, yorgun TRT canlanıp harekete geçti. Hızla canlı yayın hazırlıklarına başlandı.
Bütün televizyon kanalları TRT 1’e bağlanmışlardı. Sokaklar bomboştu. Halk televizyonun başına geçmiş bekliyordu.
Saat 21.00’e gelmişti. Spiker Nermin Tuğuşlu ilk kez kekeleyerek ve sesi titreyerek anons yaptı:
Şimdi devletimizin kurucusu Yüce Atatürk’ün konuşmasını sunuyoruz.
Ekranda Atatürk belirdi. Yumuşak ışıklar altında pırıl pırıl görünüyordu. Bakışları insanın içine işliyordu. Milyonlar soluğunu kesti.”
………

Değerli Dostlar,
Atatürk’ün burada yaptığı uzun bir konuşması var. Tarihe ışık tutan ve Yüce Önder’in her konuşmasında olduğu gibi, aydınlatıcı, oldukça etkili ve muhteşem bir konuşma.
Konuşmayı, bundan sonra ve bölümler halinde vereceğim. Böylelikle de bu yazı dizisi sona ermiş olacaktır…

* * *
(Sürecek)

CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

Hiç yorum yok: