15 Mayıs 2009 Cuma

ATATÜRK
YENİDEN SAMSUN’DA!
(2)

14 Mayıs 2009 tarihli yazımın Devamı

(…) Yoo, çok oluyordu bu adam. Niyeti sansasyon yaratmaktı anlaşılan. Otelin derhal sarılmasını emretti. Kendi yerine konuşması için Milli Eğitim Müdürü’nü görevlendirdi, ileri gelenleri yarım yamalak selamlayıp olayı İçişleri Bakanı’na bildirmek için arabasına daldı, telefona sarıldı. Ama bakan henüz makamına gelmemişti. İçindeki sıkıntı daha da arttı. Her şeyi abartmaya meraklı muhabirler birazdan, Atatürk’ü temsil eden aktörün Vali Vekilini hiçe saydığını, allayıp pullayıp gazete ve televizyonlarına geçeceklerdi. Namussuz teknoloji öyle gelişmişti ki ne yapsa, bu haber akımını engellemesine olanak yoktu. Acele bir basın toplantısı yapıp muhabirleri uyutarak belki durumu örtbas edebilirdi.
Çabuk Vilayete çek!
Bir trafik arabası öne geçip siren çalarak yol açtı. Makamına gelir gelmez, özel kalemine üç kesin emir verdi: ‘Sürekli İçişleri Bakanını ara! Basın mensuplarına haber ver, çok önemli bir basın toplantısı yapacağım, hemen buraya gelsinler! Bana da koyu bir kahve söyle!
Saat 09.13’tü.
Kahvesini içip zihnini toplamaya çalışırken çok özel telefonu çaldı.
Evet?
Emniyet Müdürünün gergin sesi duyuldu:
Sayın Valim oteli gizlice sardık, kaçmalarına imkan yok. Emrinizi bekliyoruz.
Güzel. Ne yapıyorlar?
Üçüncü katın bir kanadındaki bütün odaları, geçici olarak tutmuşlar, çay ve kahve içiyorlarmış.
Kaç kişi bunlar?
On sekiz, Atatürk’e benzeyen kişiyle birlikte on dokuz kişi.
Allah Allah! Amma da pervasız insanlar yahu. Ben gelene kadar harekete geçmeyin. Yanındakiler kimmiş?
Otele verdikleri bilgiye göre adları şöyle: Salih Bozok, Albay Nazım, Yarbay Mahmut, Ali Kemal Efendi, Rifat B örekçi, Mahmut Esat Bozkurt, Mazhar Müfit Kansu, İbrahim Ethem Akıncı, Asker Saime, Eribe, Türkan Başoğuz, Mustafa Necati, Vasıf Çınar, Dr. Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Ruşen Eşref Ünaydın, Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay.
Vali Vekilinin zihni iyice karıştı. Bu adlardan bazılarını biliyor, bazılarını da bir yerlerden hayal meyal anımsıyordu. Ama çoğunu ilk kez duymaktaydı. Hay Allah! Kimdi bunlar yahu? Ne anlamı vardı bu isimlerin? Yalnız İslam tarihine ilgi duymuştu. Ne Osmanlı tarihini iyi bilirdi, ne Cumhuriyet tarihini. Bugüne kadar sadece güncel olayları izlemiş, kudret sahiplerine şirin görünmeye çalışmış ve şeyhinin sözlerini dinlemekle yetinmişti. Tüh be.
..Otelde kısa bir süre kalacaklarmış. İçlerinden biri Garnizona telefon etmiş. Otelin önünde gençler ve meraklılar birikmeye başladı..
Hay aptallar hay! Kardeşim bunlar artist be!
Bir yetki çekişmesine yol açmamak için askerler işe karışmadan önce davranıp bu adamların çevirdiği numaraya son vermeliydi.
Haklısınız sayın Valim. Fakat bunlar birilerine ya da bir şeye güveniyor olmalılar. Geleni sahiden Atatürk sanan şaşkın resepsiyon görevlisi, -Valiye haber verelim mi?- diye kekeleyince, adamlardan biri sizin için yakışıksız laflar etmiş.
Ne demiş?
Affedersiniz, şey demiş..
Vali Vekili huylanmıştı, kükredi:
Söyle!
Söylüyorum, -Haber verme, zaten adamcağızın çeyrek aklı var, onu da kaybetmesin- demiş, ötekiler de kahkahayı basmışlar.
Vali Vekilinin bıyığı dikilip titremeye başladı. ‘Atatürk’ü matatürkü, hepsini göz altına al..’ diye bağırdı, ‘..Karşı dururlarsa, zor kullanın. Sonra ne yapacağımızı düşünürüz. Haydi!
Telefonu kapadı.
Çeyrek akıllı ha!
Ben size gösteririm!
Özel kalemine, Atatürk’e benzeyen adamın yanındaki kişilerin adlarını yazdıracaktı ama sıkıntıdan biri bile aklında kalmamıştı. Oysa basın toplantısında bu adlardan söz etmesi gerekebilirdi.
Acele Emniyet Müdürünü ara, bana söylediği adları öğren, sonra yıldırım gibi rektörü bul, birilerine hızla inceletip hemen bildirsin. Kim bunlar? Ne yapmışlar? Ben otele gidiyorum. Çabuk döneceğim. Gazeteciler beni beklesin!
Aşağıya inerken cep telefonu hırıldadı.
Evet?
Telefondan anlaşılmaz gürültüler geliyordu.
Sayın Valim, emrinizi yerine getiremedik.
Nedenmiş o?
Çünkü otelin önü birdenbire askeri araçlarla doldu. Komutan, beraberinde silahlı subaylar ve komandolar olduğu halde, içeri girdi. Yukarı çıkacak galiba. Çıkıyor. Subaylar ve askerler dört bir yana dağılıyorlar. Dağıldılar. Şimşek gibi kapıları, merdivenleri tuttular. Herhalde Atatürk’ü taklide yeltenen adamı kendileri tutuklayacaklar. Ne yapmamı emredersiniz?
Oradan ayrılma, geliyorum!
Sayın Valim, bizi de dışarı çıkarıyorlar!..
Ne demek? Beni bekle!
Dışardayım sayın Valim!
Telefonu kapatıp gazap içinde arabasına atladı.

* * *
Otelin önü gerçekten askeri araçlarla dolmuş, askerler çevreyi çember içine almışlardı. Karşı kaldırımda ise yüz kadar genç toplanmış, ‘ATATÜRK YENİDEN SAMSUN’DA!’ diye çığlık atıyorlardı.
Vali Vekilinin de tepesi attı. Arabasını durdurup sinir içinde dışarı fırladı, ‘Siz deli misiniz?’ diye bağırdı, ‘Atatürk yıllarca önce öldü. Ankara’da, Anıtkabir’de yatıyor. Ölmüş biri yeniden Samsun’da nasıl olur?
Öfkeden morarmış Vali Vekilini birdenbire karşılarında gören öndeki gençler şaşırıp sustular. Arkada duran sıska bir kız itiraz etti:
Atatürk Ölmez!
Bu incecik ses birdenbire bütün gençleri ateşledi, ‘Atatürk Ölmez!’ diye haykırmaya başladılar. Sesleri gittikçe artıyordu. Vali Vekili yanında biten Emniyet Müdürüne, ‘Çabuk dağıt bu şamatacıları!’ diye emretti, hızla geri dönüp otele yürüdü. Ama asker çemberini aşamadı. Askerlere söz anlatmak olanaksızdı. Daha da sinirlendi. Birkaç subay yaklaşıyordu. Bağırdı:
Komutanınızla konuşmak istiyorum. Hemen, şimdi, derhal! Bu işin askeri ilgilendiren bir yanı yok, polisin görev ve yetkisi içinde olan basit bir olay. Bu oyuncuları sizin gözaltına almanız, hiç istenilmeyecek sorunlara yol açar. Hepimizin başı ağırır.
Bir dakika efendim.
Bir yüzbaşı telsizini konuşma konumuna getirip, ‘Komutanım..’ diye fısıldadı, ‘..Vali Bey geldi, sizinle konuşmak istiyor. Peki komutanım.
Vali Vekiline döndü:
Buyurun.
Önüne düşüp yol gösterdi. Subayları ve komandoları aşıp otele girdiler. Ne otel görevlileri vardı ortalıkta, ne de müşteriler. Her yan askerle doluydu.
Üçüncü kata çıkacağız efendim.
Üçüncü katta, genç bir subay asansörün kapısını açtı. Koridorun ağzı, tabancalı subaylar ve elleri tetikte bekleyen komandolarla doluydu. Kalbi sıkıştı. Kendini kaderin akışına bırakıp genç subayın arkasından yürüdü. Önünde iki zıpkın gibi silahlı subayın nöbet beklediği bir kapının önünden sessizce geçtiler. Fesuphanallah! Göz altına almak nerede, bunlar çok değerli birini koruyor gibiydiler. Genç subay en dipteki odanın kapısını vurup açtı.
Buyurun efendim.
Vali Vekili içeri girdi. Komutan ve Atatürk’e benzeyen aktörle birlikte gelenler, kendisini bekliyorlardı.
Saat 09.24’tü.

* * *
TRT muhabiri, basın toplantısında bulunmak için hükümet konağına giderken, otelin önündeki kalabalığı görünce durdu.
Polis, gençlerin önünde zincir oluşturmuş, tezahürat yapmaya yeltenenlere, üniversite öğrencisi ve Cumartesi Annesi muamelesi yapıyordu. Otelin kapısının önünde, iki sıra halinde, askeri araçlar sıralanmıştı. Kapıyı görmek mümkün değildi.
Tanıdığı uyanık bir polise yaklaşıp ne olduğunu sordu.
Atatürk’ü taklit eden adamla arkadaşlarını gözaltına alacaktık ama askerler bizden önce davranıp oteli bastılar. Emniyet Müdürüyle arkadaşlarımızı dışarı çıkardılar. Bir Vali Bey girebildi. Kuş uçurtmuyorlar.
Neden?
Bilmiyorum. Belki programda yokken, adamın Atatürk gibi Samsun’a çıkmasına bozuldular. Belki de Atatürk’ü oynayan adamı beğenmemişlerdir. Televizyonda gördüm, Haluk Kurdoğlu bile kocaman göbeği, kızarmış burnu, sarkmış gerdanı ile Atatürk’ü oynadıktan sonra, buna niye kızdılar, anlamadım. Bu tıpkı Atatürk gibi yakışıklıymış.
Ne kadar oldu askerler geleli?
On dakika.
Polisin söylediği doğru olsa, şimdiye kadar hepsini dışarı çıkarıp götürmeleri gerekmez miydi? İşin içinde başka bir iş olmalıydı. Vali Vekili otelde olduğuna göre basın toplantısı sonraya kalmış demekti. Beklemeye karar verdi. Az sonra, rıhtımda çektikleri görüntüleri televizyonlarına geçtikleri için geç kalan muhabirler de göründü. Görevlerini yapmış olmanın keyfi içindeydiler. Oysa Atatürk’ü temsil eden aktörün Vali Vekiline muamelesi, haber merkezlerinde fazla ilgi uyandırmamış, kasetleri, yedek haberler arasına alınmıştı.
Bazıları otele ulaşmaya çalıştılar ama süklüm püklüm geri çekilmek zorunda kaldılar.
Askerler çok sertti.
Türlü senaryolar üretilirken, otelin önündeki bütün araçların motorları birdenbire gümbürdemeye başladı, ardı ardına hareket ettiler. Çevreye yayılmış komandolar toplanıp yürüyen araçlara cambaz gibi atladılar. Konvoy şaşırtıcı bir hızla uzaklaşıp toz oldu. Bunun üzerine Emniyet Müdürü, polisler ve muhabirler yarışırcasına caddeyi aşıp otele daldılar.
Askerler, Atatürk’e benzeyen adamı, onunla birlikte gelenleri, Vali Vekilini, olaylara tanık olan görevlilerle birkaç müşteriyi de götürmüşlerdi.
Görev aşkıyla yanıp tutuşan muhabirler, bilmeceyi çözmek için karargaha koştular. Gelgelelim karargah binası, yoğun bir koruma kuşağı içine alınmıştı. Değil bilgi vermek, binaya yaklaştırmıyorlardı bile.
Zaman deli gibi akıp gidiyordu. Muhabirler ayaküstü bir dayanışma anlaşması yaptılar. Yarısı karargahın önünde kalacak, yarısı stadyuma gidecek, elde edilen bilgiler paylaşılacaktı.

* * *
(Sürecek)

CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

Hiç yorum yok: