20 Nisan 2009 Pazartesi

23 NİSAN 1920’DEN
GÜNÜMÜZE

Türk Milleti yeni bir iman ve kesin bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur.
Bu devletin dayandığı esaslar Tam Bağımsızlık ve Kayıtsız Şartsız
Milli Egemenlikten ibarettir. Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu
Milli Egemenliktir. Milletin Kayıtsız Şartsız Egemenliğidir...
Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Bu yazımı Milli Egemenlik Haftası münasebetiyle hazırladım. Çok zor şartlarla kurulan TBMM’nin bugün geldiği noktaya dikkat çekmek istedim. Bölücü terör örgütünün siyasi uzantısının Meclis’e girmiş olduğu Meclis çatısı altında bile açıkça söylenirken; başta Meclis’in değerli üyeleri olmak üzere; hiç kimselerin bir şeyler yapmıyor, hatta yapamıyor olması, inanın çoğunluğunuz gibi, benim de içimi acıtıyor. Hal böyle olunca da; 89 yıllık süreçte yaşananlar ile bugün gelinen noktayı, bir kez daha, okurların dikkatine sunmak istedim.
….
23 Nisan 1920 tarihi, Milli Mücadele sürecinde çok önemli bir mihenk taşıdır.
Mustafa Kemal, Samsun’a çıkışının ardından sırasıyla Amasya, Erzurum ve Sivas’a gitmiş ve Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde, en öne çıkan unsur olarak da Egemenliğin Ulus’ta olduğu vurgusunu yapmıştır.
Buradaki derin anlamı, Mustafa Kemal’in, ‘Ulus’u, yine Ulus’un gücü kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da Ulusal Egemenliktir’ sözünde bulabiliriz.
Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal, yanındakilerle birlikte, Sivas’tan Ankara’ya doğru hareket etmiş ve 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya ulaşmıştır. Ulusal Mücadele artık Ankara’dan sürdürülmektedir. Mustafa Kemal, ilk iş olarak, İstanbul hükümetinin teslimiyetçi anlayışı karşısında yeni bir Meclis’in kurulması zorunluluğunu görmüş ve yayınladığı bir bildiriyle, Türk Ulusu’nun, kendi bölgelerinden seçecekleri milletvekillerinin Ankara’da toplanmasını istemiştir.
Milletvekilleri, 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da toplanmış ve böylelikle ilk Millet Meclisi kurulmuştur. Meclis’in ilk işi Türk Ulusu’nun Egemenliği’ni ilan etmesi olmuştur. Böylelikle de; 23 Nisan Ulusal Egemenlik Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Daha sonra; yasama ve yürütme yetkisini haiz olan Meclis, yaptığı bir toplantıda Mustafa Kemal’i Meclis Başkanlığı’na seçmiştir.
Meclis çalışmaları yoğun bir tempoyla devam ederken; bir yandan da Ulusal Kurtuluş Savaşı bütün hızı ile sürmektedir. Nihayet, hepimizin de bildiği gibi, emperyalizme karşı sürdürülen bu savaştan büyük bir zafer kazanılarak çıkılmıştır.
Savaşın zaferle taçlandırılmasından bir müddet sonra, 23 Nisan 1924 tarihinde, Mustafa Kemal 23 Nisan gününün bir bayram günü olarak kutlanmasına karar vermiştir.
Bu olayın üzerinden 5 yıl kadar bir zaman geçtikten sonra, 23 Nisan 1929 tarihinde de, Mustafa Kemal, 23 Nisan Bayramını çocuklara armağan etmiştir. Böylesine çocuklara armağan edilmiş bir başka bayram dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmamaktadır.
Ulusal Egemenliğimizin bütün dünyaya ilan edildiği 23 Nisan günü, 23 Nisan 1929 tarihinden bu yana, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaktadır.

* * *

Mustafa Kemal’in, uzun uğraşlar vererek mükemmel bir mücadele neticesinde kurulmasını sağladığı Türkiye Cumhuriyeti, dünyada bir ilk olma özelliğini de taşır. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti; Halkın Egemenliği Esası’na Dayalı, Laik, Demokratik, Çağdaş ve Hukukun Üstünlüğü İlkesi esasları üzerine oturtulmuş bir Cumhuriyet’tir. Cumhuriyetimizden bahsedilirken bu husus özellikle belirtilmelidir. Zira, dünya yüzünde kurulmuş başka cumhuriyet idareleri de vardır. Bir-kaç örnek vermek gerekirse; ilk etapta, İran İslam Cumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti(Sosyalist bir Cumhuriyettir…) ve ABD(Federal bir Cumhuriyet’tir) akla gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, bu itibarla dünyada tek olma özelliğini korumaktadır.
Ancak, özellikle 10 Kasım 1938 saat 09.06’dan itibaren işin şekli biraz değişmeye başlamıştır.
Ulusal Çıkarların yerini kişisel menfaat ve siyasi hırsların aldığı uygulama ve söylemler, adeta ihanetin başlangıcı olarak kabul edilen bu tarihten itibaren, sıkça görülmektedir.
Çok partili sistem ve 1950’li yıllar ve Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı, işin iyice zıvanadan çıkmasına neden olmuştur.
1960’ın ardından 1970 ve 1980’ler çalkantılı dönemler olarak tarihteki yerini almıştır.
Sonuçta bugünlere gelinmiş ve Türkiye’nin yönetimi, üzerinde hala tartışmaların sürdüğü seçimler neticesinde, ‘Ne demekmiş; -Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir?, Egemenlik Kayıtsız Şartsız Allah’ındır-’ diyen bir başbakan olan RTE ve başında bulunduğu AKP ve Zihniyeti hükümetine teslim edilmiştir.
* * *

Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir
Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Kısaca söylemek gerekirse; Bugün Ulusal Egemenlik ifadesi, sadece kağıt üzerinde vardır. Türkiye dışarıdan yönetilmeye başlanılmış, ABD ve güdümündeki AB’nin direktif ve talimatları emir telakki edilir olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti, ABD ve AB’nin dayatmalarına teslim edilmiş, teslimiyetçi bir anlayışla yönetilmeye başlanmış ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ait değerler ile Laik Cumhuriyet’in Erdemleri’nin yok edilmesi için, gizli veya açık her yöntem denenmiştir. Halen de denenmeye devam edilmektedir.
Atatürk Türkiye’si, dinci, yobaz, gerici ve çağdışı bir Zihniyet’in dayatmaları ile Dini Esaslara dayalı bir devlete doğru çekilmeye çalışılmaktadır. Toplumdan gelebilecek tepkinin dozunun azaltabilmek için de; ABD’de tezgahlandığı şekliyle bir ILIMLI İSLAM modeli yaratılmıştır.
Asırlardır dininin gereğini yerine getirmeye gayret gösteren insanımıza dayatılan ILIMLI İSLAM saçmalığı, kafaların iyiden iyiye karışmasına yol açmıştır. Zaten amaçlanmış olan da budur.
Türk Ulusu, gözlerinin önünde olup/biten bütün kepazelikler karşısında, maalesef sadece seyirci gibi olanları izlemekle yetinir olmuştur. Yapılan miting ve gösteriler ile salon toplantıları, kişisel tutkuların tatmini amaçlı çabalardan öteye geçememektedir. Toplumun, Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri etrafında kenetlenmesi ve bu uğurda ortak mücadele verebilmesi maalesef sağlanamamıştır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Düşünceleri, Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri ve Atatürk Aydınlanması ifadeleri sıkça dillendiriliyor olmasına karşın; gerçek Atatürkçüler’in en büyük zaaflarından birisi olan ‘Bir araya Gelememe’ hususu, maalesef halen aşılamamıştır.
Toplumun üzerinde bir vurdumduymazlık ve adamsendecilik duygusu, adeta ölü toprağı misali bir örtü halini almıştır. Bir türlü ‘Ben’ demekten, ‘Biz’ demeye geçilememiştir.
Sanki, karşı devrimcilerin arayıp da bulamadığı, adeta ellerine altın tepsiyle sunulmuştur. Tepkisizlik, kişisel hakları arayamama, maalesef Vatan’a Sahip Çıkamama’ya dönüştü dense yeridir.
Atatürk’ün, ‘Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur…’ şeklindeki ifadesi, sanki bugünler bilinerek söylenmiştir.

CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

Hiç yorum yok: