19 Ocak 2009 Pazartesi

SOĞUK SAVAŞ GÜNLERİNDEKİ GİBİ

Bir süre önceydi. Sabah erkenden kalktım. Oturduğum semte uzak bir yerdeki işimi halledebilmem için erken çıkmam gerekiyordu. Hazırlanıp, durağa indim. Otobüs tam saatinde geldi. Durak kalabalık değildi. Önce ben bindim. Her defasında olduğu gibi; şoföre gülümseyen bir yüz ifadesiyle, ‘Günaydın’ dedim. Biraz dağınık oturan şoför, hemen toparlanarak, kendine bir çekidüzen verdi ve ‘Günaydın Efendim’ dedi.
Mutlu olmuştum. Yanından ayrılıyorken; Onun da mutlu olduğu her halinden belliydi. Bu hareketlerimizi görenler şaşkınlıkla bir bana, bir de şoföre baktılar, sonra da, herhalde bir anlam verememiş olacaklar ki; dikkatlerini başka şeylere verdiler.
Oturduğum yerden diğer binenlere ve otobüsteki yolculara bakıyor, zamanla da dışarıyı izliyordum. Herkes kendi halinde, hiç kimse bir diğeriyle konuşmuyor, hatta göz temasında dahi bulunmuyorlardı. Bir ‘Günaydın’ sözcüğünü bile birbirlerinden esirgiyorlardı.

* * *
Kızılay’a geldik. Doğruca metroya yöneldim. Oradan da Ankaray durağına indim. Araç henüz kalkmıştı yetişemedim. Boş banklardan birine oturdum. Orta yaşlı bir hanım, ben oturunca, nedense biraz kenara çekilmeye ve kendisine de çeki-düzen vermeye çalıştı. Bunu neden yaptı anlayamadım. Çünkü, zaten iki oturma yeri arasında yaklaşık 15 cm kadar mesafe vardı.
Beklerken etrafımı seyretmeye koyuldum. Birden insanların halleri dikkatimi çekti. Durağa gelenlerden hiç biri, bir diğerine yada başkalarına, ne ‘Günaydın’ diyor, ne de ‘Merhaba’ ediyordu. İnsanımıza ne olmuştu da; birbirlerinden selam bile vermiyorlardı?
Hatta, durakta gezinenler, birbirlerine değmemek için büyük çaba gösteriyor ve hatta biri diğerine kaza ile de olsa en ufak bir temas ettiğinde, dokunduğunda; öbürü, çok sert ve ürkütücü bir tavırla, öyle bir bakışla bakıyor ki; bunu size tarif edemem. Sanki, kızgınlıkla her an saldırabilecekmiş gibi bir görünüm sergiliyor.
Aynı duraktaki ve muhtemelen hemen hepsi Türk Vatandaşı olan insanlar, birbirleriyle hiçbir şekilde selamlaşmıyorlardı. Düşman insanları yan yana koysanız; ancak bu kadar olabilir. Şaşırmadım dersem, inanın yalan olur.

* * *
Bizim nesil, Soğuk Savaş döneminin en yoğun olduğu yılları pek fazla bilmeyiz. Yaşayanlardan, kulaktan kulağa aktarılan hikayeleri zamanla duyduğumuz olmuştur. O döneme ilişkin bilgilerimizin çoğunluğu da, izlediğimiz filmlere, okuduğumuz kitaplara dayanır. Öğrendiklerimiz ürpermemize yeterdi. Merakla izler, bunların nasıl olabileceğini, insanların birbirlerine karşı nasıl böyle acımasız davranabileceğini anlamaya çalışırdık.
Sanki belirli merkezden yönetilen bir takım güçler, insanları bu duruma sokmuşlar. Birileri, herkesin birbirine karşı şüpheyle bakmasını sağlamış ki; ortaya çıkan oluşum, o gücün veya kişinin menfaatine uygun düşsün. Amaç, toplumu birbirine yabancılaştırmak.
Fazla zaman geçmesine gerek kalmadan, aynı şartlarla karşı karşıya kaldık. Hayal dahi edemez iken; bu muğlaklıkla yüz yüze geldik. Tabi bunlar aniden olmadı. Toplum, zaman içinde bu duruma sokuldu. İnsanlarımız birbirine yabancılaştırıldı. Güven ortamı yok edildi. Kapalı rejimlerde olduğu gibi, hiç kimse birbirine güvenemez oldu. Birbirine güvenememenin nedeni, aslında insanımızın devlete ve dolayısıyla bir kısım kurumlara güveninin kalmamasıyla başladı. Baskı ve sindirme uygulanarak korku yaratıldı.
Neden oldu bunlar? Niçin bu noktalara taşındı toplumumuz? Kim bizi böylesine kendine yabancı yaptı? Bizden ne istendi de böyle olduk? Şimdiki halimizden çok mu memnunuz? Hayır! Tabi ki bu halimizden memnun değiliz!

* * *
Bu noktaya gelmemizin nedenlerinden en önemlisi; emperyalizmin kültürel yoldan Ülkemizi yozlaştırmak istemesidir. İnsanlarımızın, kendi kültürlerine yabancılaşması neticesinde; Milliyetçi Duyguların da zafiyete uğrayacağı kesindir. Milli Duygularından yoksun kalan toplumların sömürülmesi, çökertilmesi ve bölünüp/parçalanmak ve sonra da yok edilmek istenmesi, hiç şüphe yok ki; çok daha kolaydır. Bugün için görünen de; aynen böyle olduğudur. İnsanlarımız, Milli Değerlerinden ziyade sanki paranın kölesi olmuştur. Paranın olmadığı ortamda adeta yaşanamayacağı üzerine fikirler üretilmiş, sözler, söylemler türetilmiştir. Buna, özellikle son 60-70 yıllık dönemin politikacıları çanak tutmuşlardır. Ülkenin Milli Değerlerini arka plana itmişler, bireysel/siyasi hırs ve kaprisler, hatta rant anlayışını öne çıkmışlardır.
Sonuçta olanlar olmuş, duygudan ve sevgiden yoksun bir toplum olmuşuz. Herkes kendi doğrularını dayatır duruma gelmiş. Sevginin eksik olduğu, ya da bulunmadığı bir toplumda birlik, beraberlik ve toplumsal dayanışmadan bahsedebilmek elbette mümkün değildir.
Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri Hainler, Türk Ulusu’nun, bir nebze de olsa, ağzının tadını kaçırmış ve keyfini bozmayı başarmış gibi gözükmektedir. Toplum, ‘Bizden olanlar ve Diğerleri’ olarak, en yetkili ağızlar tarafından, bölünmek istenmişçesine nitelendirilmiştir.
Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri’ne ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na sahip çıkmak isteyen Atatürk Milliyetçisi insanlarımız üzerinde yoğun baskı bulunmaktadır. Bu düşüncede olanlara, neredeyse, düşman gözüyle bakılır olmuştur. Günümüzdeki bir kısım uygulamalar da bunun en çarpıcı örneğidir.
Bizi birbirimize düşürmek, düşman etmeye çalışmak, hiç şüphe yok ki; emperyalist güç odaklarının işine gelmektedir. Maşa olarak da; yarattıkları Karşı Devrimcileri kullanmaktadırlar. ABD başta olmak üzere AB’nin de ortaklaşa yürüttükleri çabaların hedefinde, Atatürk Türkiyesi’ni önce bölmek ve sonra da parçalayarak yok etmek vardır. Buna bölgemizde bir çok örnek gösterilebilir. Bu oyuna gelen başta politikacılar olmak üzere bir kısım aydın bozuntuları artık kına yakarlar. Fakat, fazla sevinmesinler. Bu tezgahları geçmişte de bir çok kez yaşadık. Nice badireler atlattık. Ne Damat Feritler, Ali Kemaller gördük, bildik ve tanıdık… Türk Ulusu, bunun da üstesinden gelebilecek güçtedir.
Yapılacak olan oldukça basittir! Mustafa Kemal ATATÜRK’ü oldukça iyi anlamak ve düşüncelerini iyi öğrenmektir. Şartlar ne olursa olsun birlik ve beraberliğimizi bozmamalıyız. Küçük ve bireysel hesapları bir kenara bırakıp, kitlesel birliği tez zamanda oluşturmak kaçınılmazdır. Kaybettiklerimiz, bugün için daha kolay telafi edilebilir. Ama yarın çok geç olabilir.
‘Söz konusu olan Vatansa; gerisi teferruattır!’
CENGİZ ÖNAL
Araştırmacı-Yazar
www.cengizonal.blogspot.com

Hiç yorum yok: