3 Aralık 2008 Çarşamba

SİYASİ İRADE NEREDE?

Toplumun önemli bir kesiminde büyük bir huzursuzluk var. Yetmiş milyonu aşkın nüfusuyla bölgesinde önemli bir güç olan Türkiye’yi yöneten hükümetler, dünyada olup bitenleri izleyerek, geleceği iyi okuyabilmeli ve buna göre de, gerektiğinde radikal kararlar alabilmeli.
Dünyayı sarsan ekonomik kriz vatandaşımızı sokağa çıkamaz duruma düşürdü. Sanayici, esnaf, çiftçi, köylü, çalışan, emekli vb her kesimin ağzının tadı kaçtı.
Siyasi iktidar, hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor. RTE, ikide bir ekrana çıkarak, ‘Kriz bizi etkilemedi, teğet geçti, vb’ gibi hafifletici sözlerle durumu kotarmaya gayretinde.
Aklı başında ülkeler üçüncü kriz paketini açıkladı. Türk Hükümeti’nden hala ses yok. Hükümetin, kriz hakkında gerçek dışı açıklamalarla işi idare etmeye çalışması düşündürücü. Nedeni, IMF ile henüz anlaşmaya varılamamış olmasıdır.
Anlaşma olacak mı?
Ona ne şüphe?
Yine bir yığın tavizler verilip, bir şekilde IMF direktiflerine boyun eğilecek ve şartları kabullenilecektir. Başka yapacak fazla bir şeyleri yok ki! Çünkü, iktidara geldiklerinden beri ülkeyi dışa bağımlı hale getirdiler.
Milli Üretime yönelmemiş olmanı sonucu budur. Eğer üretime yeterli yatırımı yapmış olabilselerdi; içinde bulunduğumuz sıkıntı bu denli can yakmayabilirdi. Siz, hükümet olarak, hiçbir üretimde bulunmayacak, dışarıdan getirdiğiniz sıcak para ile işi götürmeye çalışacak ve Atatürk Türkiyesi’ni ABD’nin talimatları ve AB’nin istekleri doğrultusunda yöneteceksiniz. Olur mu öyle şey? Olursa; işte böyle olur!
Vatandaşımızın hali perişan. 2008’in ikinci yarısı için Asgari Ücret(16 yaşından büyükler için) 457.-YTL. Türk-İş’in, dört kişilik bir aile için açıkladığı Açlık Sınırı 757.-YTL ve Yoksulluk Sınırı ise; 2.240.-YTL. Gerçekler böyle iken işsizlik sayısı da her ay katlanarak artıyor.

* * *

Hükümet ne yapıyor dersiniz?
Bakanlar ve önde gelen milletvekilleri, Kızılcahamam’da kamp yapıyor, hamama, saunaya girip, yürüyüş yapma sevdasıyla dağa, taşa tırmanıyor. Konu kriz oldu mu; sessiz kalmayı tercih ediyor. Gerekli gördüklerinde, RTE hafifletici ve de yumuşatıcı sözlerle sınırlı açıklamalar yapıyor. Hepsi o kadar.
Hizmet olarak da; önceden adresleri belirlenmiş kendi adamlarına, yandaş belediyeler vasıtasıyla gıda ve kalitesiz kömür dağıtıyor. Ne de olsa Mart-2009’da Yerel Seçimler yapılacak. Oy alabileceklerini planladıkları bir kısım insanımızı şimdiden hazırlıyorlar. Diğerleri ne olursa olsun!
Genel durum hakkında, yandaş medyanın dışındaki sınırlı sayıdaki medya bir şeyler söylemeye çalıştığında; feryat figan çığlıklar başlıyor. Hemen dolaylı yollardan baskı uygulanıyor.
Demokratik Kitle Örgütleri’nin, izinli mitinglerinde bile, ortalık bir şekilde savaş alanına dönüyor. Yaralananlar, elleri yüzleri kan revan içinde kalanlar ve biber gazının etkisiyle zor anlar geçirenler de işin cabası. Aleyhte yazanlar, çizenler, konuşanlar ve toplananlara, adeta düşman gözüyle bakılıyor. Yani beceriksiz oldukları bir yana; tahamülsüzler de!
Peki, muhalefet ne alemde?
Doğrusunu söylemek gerekirse; sadece CHP kanadının zamanla sesi çıkıyor. Grup toplantılarında esip, gürlemeler duyuluyor. Meclis dışındaki açıklamalar ise; Anadolu’daki tabiriyle, ‘Süt Dökmüş Kedi’ misali, pek sessiz oluyor. Diğer muhalefet parti ve milletvekillerine gelince; nadiren de olsa seslerinin duyulduğu olabiliyor. Kamer Genç’in ara sıra çıkışları da olmasa; yok kabul edilebilecek durumdalar.

* * *

Türk Ulusu bu şartları yaşamayı hak etmiyor. Ekonomik sıkıntılar, siyasi kifayetsizlik, bölücü terörle mücadele, her gün verilen onca şehit, AB ilgililerinin Meclis’e kadar gelip içişlerimize karışmaları vatandaşımızı canından bezdirdi. Milletimizin sessizliği, yetersizliği ve güçsüzlüğünden ziyade, sabır ve asaletinden kaynaklanıyor.
Sorumluluk Meclis’te ve dolaysıyla Milletin Vekilleri’nde. Böylesi durumlarda Vekiller üzerine düşeni yapmaktan çekinmemeli. Hiçbir Milletvekili’nin sığınacak mazereti olamaz. Hükümet’te olanlar yapmıyorsa; ne yapıp edecek, diğerleri onların çalışmalarını sağlayacaktır. Millet’in güvenine boş verip, parmak kaldırma usulüyle vekilliği icra etmeye çalışanlar, hiç kimseye hesap vermeyecek olsalar bile; vicdanlarının mahkemesinden kurtulamazlar.
Mustafa Kemal’in, 17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de gerçekleştirilen Türkiye İktisat Kongresi’ni açış konuşmasında dile getirdiği;
Arkadaşlar;
Sizler, doğrudan doğruya milletimizi temsil eden halk sınıflarının içinden ve onlar tarafından müntahap olarak geliyorsunuz. Bu itibarla memleketimizin halini, ihtiyacını, milletimizin elemlerini ve emellerini yakından ve herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceğiniz sözler, alınması lüzumunu beyan edeceğimiz tedbirler, halkın lisanından söylenmiş telakki olunur ve bunun için en büyük isabetlere malik olur. Çünkü halkın sesi, hakkın sesidir’ şeklindeki sözleri, bu gerçeğin uzun zaman öncesinden belirtilmiş olduğunun resmidir. Bunun başkaca bir izahı ve de mazereti olamaz.

* * *

O halde ne yapılmalı?
Öncelikle; Siyasi İrade, Türkiye Cumhuriyeti’ni dışarıdan yönetmekten vazgeçmeli. Vatandaşlarımızın güveni ve ülkenin imkanlarının böylesine heba edilmesinin bedeli ağır olur. Bunun tarihimizde örnekleri var. Hesap, er-geç, bir gün mutlaka sorulur!
Vatandaşlarımıza gelince; Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri esasları çerçevesinde, bir an evvel bir araya gelerek;
-Yakın gelecekte yapılacak Yerel Yönetim seçimlerinde, Siyasi İrade’nin adaylarının karşısına, üzerinde ortak mutabakat sağlanacak tek bir adayla çıkılmalı,
-Atatürk ve O’na ait değerler ile Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri ilelebet korunmalı,
Atatürk Gençleri olmanın sorumluluğu budur. Bu sorumluluğu yerine getirmemenin mazereti olamaz.
CENGİZ ÖNAL
Araştırmacı-Yazar
www.cengizonal.blogspot.com

Hiç yorum yok: