7 Şubat 2009 Cumartesi

ATATÜRK’ÜN KURDUĞU PARTİNİN
İÇLER ACISI HALİ
16 Mayıs Ulusal Hukuk ve Tavır Dergisi tarafından, 6 Şubat 2009 günü İkinci Meclis Binası(Cumhuriyet Müzesi)’nda düzenlenen ‘86. Yılında Cumhuriyet’in Neresindeyiz?’ konulu panele davetliydim ve katıldım. Oldukça kalabalık bir dinleyici kitlesinin izlediği panele konuşmacı olarak katılanlardan Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih KANADOĞLU, ciddi mesajlar içeren bir konuşma yaptı.
Konuşmasında, isim vermeksizin CHP’nin son çarşaf ve kuran kursu açılımına da atıfta bulunan KANADOĞLU;
Bugün belirli misyonuna karşı çıkarak, bu misyonun yarattığı görevi yerine getirmekten çekinen ve oy kazanma çabasıyla bu misyonundan sıyrılmaya çalışanları tarih affetmeyecektir. Sanırım sizler de affetmeyeceksiniz!’ şeklinde bir ifade kullandı.
Bu ifade oldukça ilgimi çekti. Çünkü, Atatürk’ün partisi dediğimiz CHP’nin başında ve yönetiminde bulunanların son çabaları gözden kaçacak türden değildi. Önce Deniz Baykal’ın ısrarla ve inatla savunduğu çarşaf meselesi, kısa bir süre sonra da İzmit Büyükşehir Belediye Başkan adayının Kur’an Kursu açılması konusundaki söyledikleri.
Gelişmeler çok dikkat çekiciydi.
Baykal ve parti yönetimi, Dini kullanarak siyaset mi yapıyordu?
Zaten, başımıza ne gelmişse bundan gelmemiş miydi?
Özellikle çok partili siyasi hayata geçişten sonraki Dini Siyasete Alet Etme Gayretleri ülkeyi bugüne taşımamış mıydı?
Öteden beri konuşulan bazı karanlık noktalar daha da netleşiyor, aydınlanıyordu. Araştırmaları biraz daha kapsamlı tutunca; acı gerçek su yüzüne çıkmaya başladı.

* * *
Kasım-2002 seçimleriyle iktidarı ele geçiren AKP ve Zihniyeti’nin, Laik Cumhuriyet karşıtı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi’nce tescil edildi.
İktidar partisinin, her iki hükümet döneminde bu tavrını sürdürmesi, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne inanmış ve Laik Cumhuriyet’in Temel Değerleri ile bugüne değin elde edilmiş Kazanımları’na, özde, bağlı olan Atatürk Gençliği olarak bizleri, sevelim veya sevmeyelim, bir anda CHP sempatizanı yaptı. Bunu, AKP ve Zihniyeti iktidarına karşı şartlı bir refleks olarak ortaya koyduk dersek yeridir.
Ancak, son gelişmeler çerçevesinde taşları yerli yerine yerleştirince; Türk Ulusu’nu neredeyse canından bezdiren ve Laik Cumhuriyet’in Tehlike İçinde olduğunu söyletecek kadar bizleri tedirgin eden RTE ve Uygulamalarını başımıza musallat edenlerin başında Deniz Baykal’ın geldiği gerçeği ortaya çıktı. İşin şekli değişmeye başladı.
Zamanla, bu konuyla ilgili iddialar duyuyordum. Ancak söylentidir deyip geçiştiriyordum. Meğer gerçek hiç de öyle değilmiş!
Aşağıda, bu konuda ve belge niteliğindeki bir yazıyı takdirlerinize sunuyorum:

* * *
Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp
bakmanın zamanı geldi!
Deniz Bey lütfen hatırlayın:
19 Aralık 2002 tarihinde, karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik. Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum. Abdullah Gül başbakandı. Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı. Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın ‘milletvekili olmadan başbakan olma’ önerisini reddetmişti.
Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti. Çünkü siz, ‘Tayyip Erdoğan başbakan olacak!’ diye tutturdunuz. Sizi, ‘çok tehlikeli bir oyun bu!’ diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, ‘Hayır!’ dediniz. ‘İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz!.
Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: ‘Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program, Türkiye’yi Ilımlı İslam Cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.
İki ay dayanamaz iddianızı, ‘görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.’ tezine oturttunuz.
Ama bunların hepsi bahaneydi. Çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu işbirliğini daha sonra da sürdürdünüz. O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.
Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk. Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.
Tartışmanın sonunda dediniz ki: ‘Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rötuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?
………………
Ve düşünün; Meclis Grubu’nda ‘Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!’ diye bas bas bağırmanıza değdi mi?
Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak, gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi?(Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var).
Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.
Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, Grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı Meclis’e sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu. Size, o gün de söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.
Deniz Bey, sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. ‘Öyle değildi. Böyle konuşmadık.’ deyin. Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkar edin. Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.
Deniz Bey, çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim. Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.
Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla Meclis’in üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz. Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de; sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti… Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz. CHP’nin ise en büyük şansızlığı oldunuz.
Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen, partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, Solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz. Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha bir çok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.
Size defalarca, ‘Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!’ dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz. Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.
İnanın ki; bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada. Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.
Artık bundan sonra istifa etseniz de bir, etmeseniz de.”

* * *
Yazının başlangıcında ve konu başlığının hemen altında;
Seçimler öncesi(kastedilen 22 Temmuz 2007 seçimleri olmalı/Cengiz ÖNAL) CHP’ye zarar vermemek için bildiğim bir çok konuyu içime gömerek sustum. Bundan sonra da; bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım. Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum. Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım. Bunu bir borç olarak görüyorum.’ şeklinde bir giriş paragrafı var…
Yazıyı kimin yazdığı, hangi tarihte, nerede ve hangi yayın organında yayınlandığına ilişkin bilgiler bende mevcut. Bu çalışmayı bilenlerin dışında İlgilenenler ve merak edip araştırmak isteyenler olursa; başvurmaları halinde gereken kolaylığı gösterebilirim.
Asıl olan; yazıda adı geçenlerin ve olaya tanıklık edenlerin konuşmasıdır. Bu sayede olay netleşecek ve Atatürk’ün Kurduğu CHP’nin bugün için başında bulunan Deniz Baykal’ın, Laik Cumhuriyet karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiş bir partinin genel başkanı için nasıl destek verdiği ortaya çıkacaktır.
Yazıda isimleri geçen ve olaya tanıklık edenlerin bir kısmı bugün halen siyasi yaşamlarına devam etmektedir. Bu kişilerin, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne olan saygı ve bağlılıkları ile Laik Cumhuriyet’in, sonsuza değin korunması gerektiği doğrultusundaki doğal misyonları gereği, konu hakkındaki bildiklerini, çıkıp kamuoyu önünde açıkça ve dürüstçe anlatmaları beklenmektedir.
Türk Ulusu’na karşı olan sorumlulukları da bunu gerektirir.
CENGİZ ÖNAL
Araştırmacı-Yazar

Hiç yorum yok: