9 Kasım 2009 Pazartesi

ÖZLEMLE,SAYGIYLA
VE MİNNETLE ANIYORUZ

Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır,
ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Büyük Devrimci Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, bundan 71 sene önce aramızdan ayrıldı. Gazi’nin, hiç beklenmeyen zamanda gelen vefatı, Türk Ulusu’nu derin acılarla yüz yüze bıraktı. Dolmabahçe’den yayılan kara haber, bizimle birlikte bütün dünyayı da yasa boğdu.
Türk Ulusu, sanki can evinden vurulmuştu. Tutunduğu güç, beklemediği bir anda elinden kayıvermişti. O’nunla birlikte takati gitmiş, çaresi de tükenmişti… Yaşama sarıldığı bağ kopmuş, sanki ümitleri de yok olmuştu…
Atatürk’ün, ilk etapta Dolmabahçe’nin büyük tören salonunda katafalka konulan tabutu, günlerce ziyaretçi akınına uğradı. Göz yaşları sel oldu aktı. Dünyanın dost, düşman bütün ülkelerinden gelen temsilciler de Gazi Mustafa Kemal’e duyduğu saygıyı ve minneti gösterdi.
Generallerin omzunda saraydan çıkarılan Gazi’nin tabutu önce Gülhane Parkı’na, sonra bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledildi. İzmit’e Yavuz zırhlısıyla getirilen cenaze, buradan trenle Ankara uğurlandı. Ankara’da, TBMM önünde yapılan törenin ardından bugünkü Etnografya Müzesi’nde hazırlanmış olan geçici kabrine konulan tabut, burada on beş yıl kadar kaldı. Gazi Mustafa Kemal’in naaşı, nihai olarak da; 10 Kasım 1953 tarihinde Anıtkabir’e nakledilerek, Türkiye’nin her ilinden getirilen topraklarla ebedi istirahatgahında yerleştirildi…
Her yıl 10 Kasım’da Gazi’yi bir o kadar daha özlemle anıyoruz. Üzüntümüz her sene yenileniyor. Atamız’ın aramızdan ayrılışını sanki yeniden yaşıyoruz…
Dünya, büyük bir liderini yitirdi. O’nun hakkında, düşmanlarının bile saygıyla söylediği sözler tarihin onurlu sayfasındaki yerini aldı.
Tarihinde çok acılar yaşamış olan Türk Ulusu, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün aramızdan ayrılışının acısını, o günden buyana her yıl yeniden yaşamaktadır.
Şimdi sizleri o günlere götürmek istiyorum. Gazi’nin ölümünün hemen ardından, 11 Kasım 1938 günü, O’nun gazetesi kabul edilen Ulus Gazetesi’nin başyazarı Falih Rıfkı Atay’ın yazdığı baş yazıyı gelin birlikte okuyalım:


KURTARICINI
VE
EN BÜYÜK EVLADINI
KAYBETTİN
Türk Milleti sen sağ ol!

Bırakınız, son kanlı damlasına kadar, göz yaşlarınızı O’nun yasında tüketiniz. Atatürk’ün ölümünü görmüş olanlar, bir daha kime ağlayacaksınız?
Aylardan beri, on yedi milyon O’nun baş ucunda, bu faciayı geciktirmek için çırpındı, durdu. Bir tanrı veya kahraman mı, bir baba, dost veya kardeş mi? Onunla ne kaybediyorduk?
Hayır…! Onsuz nemiz kalacaktı?
Boş sözü bırakalım!
Atatürk ölmüştür, hakikat bu!
Müthiş olan bu!
On yedi milyon bir günde, bir babadan öksüz kaldı.
En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır. Ömrümüzün ve Türk Tarihi’nin en acı yasını tutmak talihsizliği bize düştü. Halk, en büyük Türk Kahramanı’nı, ordu en büyük Türk Başbuğu’nu, tarih en büyük Türk’ü ve asrımız en büyük insanını kaybetti. Acının derinliğini, sıcak ruh yaramız soğumaya ve uyuşan beynimiz yeniden işlemeye başladığı zaman anlayacağız.
Benden sonra… Benden sonra… Senelerden beri, hepimiz, böyle bir kara günün ıstırabını, bu iki kelime ile gönlümüzden uzaklaştırıyorduk. Düşünmekten korkuyorduk.
İşte Onsuz kaldık…
Onsuz… Fakat O’na bin kere verdiğimiz bir tek namus sözüyle kaldık. Eserini ve davasını korumak ve yükseltmek!
Bizler için hayatın bir manası varsa; bu yemini yerine getirmek için yaşamaktır.
Bugün O’na ağlayıp, yanmak için bir tek kalbiz. Yarın O’nun eserini ve davasını müdafaa etmek için bir tek irade gibi kaynaşacağız.
Atatürk, şimdiye kadar bilmeyenler, bu milletin seni ne kadar sevdiğini, senden sonra, ismin ve eserin üzerine titrerken anlayacaklar!
Aklımızın ve kalbimizin vazifelerini ayıralım.
Ey bütün ağlaşanlar!
Göz yaşlarınızı birbirine kattığınız gibi, ellerinizi birbirine uzatınız.
Atatürk’e, yaşarken verdiğiniz sözü unutmayınız!
Falih Rıfkı ATAY
Ulus Gazetesi
11 Kasım 1938

***

Atatürk Türkiyesi’nin bugünkü hali içler acısı… Sadece, illerin tamamında ve bir kısım büyük ilçelerde yabancı ülke ve şirket bayraklarının sallanıyor olmasını söylemek bile sanırım yeterli…
O, ‘En Büyük Eserim’ dediği Laik Cumhuriyete karşı, karanlık güçler tarafından yapılan bütün saldırıları bertaraf etmişti. Ancak, malum zihniyetin bugün halen aynı misyonlarını sürdürüyor olmaları gerçekten çok acı…
Ey Türk Gençliği! Birinci vazifeni sakın Unutma!
Emaneti canından aziz bil ve gereği gibi davran. Rehberin Atatürk İlke ve Devrimleridir. Bir gün tarihe hesap vereceğini bir an bile aklından çıkarma…!
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi

5 Kasım 2009 Perşembe

HAKİMİYET-İ MİLLİYE
YAZILARI
(3)

ANADOLU
Bir buçuk seneden beri Anadolu’yu yer yer harekete geçiren ve ufak veya büyük bu hareketleri bir araya toplayarak, bundan koca bir inkılap eseri meydana koymak üzere bulunan fikir, önceleri sadece bir his ve heyecandan ibaret, belirsiz, genel, bulanık, soyut bir şey olduğu halde; bugün şöylece etrafımızı tetkik ettiğimiz zaman görüyoruz ki, başlı başına açık, kati ve somut bir kavram olmuştur.
Bu fikri ifade etmek için en kısa tabir, yalnız bir esastan ibaret olmuştur: ANADOLU! Eğer bunu bir düstur ile de ifade etmek lazım gelirse; diyebiliriz ki, bir buçuk sene evvel doğup, o zamandan beri sadece yaşamakla kalmayarak, bilakis günden güne büyümüş olan bu fikir, ‘ANADOLU Anadolulularındır’ dan ibaret olmuştur. Yeni bir Monroe, belki de Amerikalılarınki kadar kapsamlı ve heybetli değil, fakat o derecede kuvvetli ve hayat sahibidir…
ANADOLU artık başlı başına uzun manaları ihtiva eden bir kavram olmuştur. Düne kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut memleketlerini gösteren haritalar üzerinde, bu mevcut memleketlerin bir kısmı üzerinde gözlere çarpan ve daima bir sıfatla beraber kullanılan bir isimden ibaretti: ‘Anadolu-yu Şahane=Padişaha ait Anadolu’. Halbuki bugün ANADOLU, böyle bir coğrafya kelimesi olmaktan çıkmış, başlı başına bir fikir ifade etmeye başlamıştır.
ANADOLU denildiği zaman, bugün zihinlerde ayrı ayrı manalara işaret ettiği halde, aynı zamanda hem bir iktisadi varlık, hem bir milli varlık ve hem de bir siyasi varlık ifade ediyor.
ANADOLU, Küçük Asya’nın yarım adasıdır. Bu yarımada üzerinde yaşayan insanlar arasında bir iktisadi birlik vardır. Yine bu insanlar arasında pek büyük bir kitle teşkil eden Türkler, milli birliklerinin sahibi ve bilincindedirler. Bundan sonra ANADOLU başlı başına siyasi bir mana da ifade eder ki, o da şu coğrafi, iktisadi ve milli manalarının pek tabii ve zaruri neticesinden ibarettir. ANADOLU, aynı zamanda siyasi bir varlık da teşkil eder. Öyle bir siyasi varlık ki, harice karşı bağımsız, dahile karşı serbest…!
ANADOLU, üzerinde yaşayan ve çalışan halk kitlelerinin bütün haklarını ve bütün vazifelerini, kısacası bu halk kitlelerine ait olan bütün müşterek menfaatlerin, yalnız onlar tarafından ve yalnız onlar hesabına idrakini istemekten ibaret bir düstur olmuştur. Bu düstur bir hakikatin, bir mevcudiyetin ifadesinden başka bir şey değildir.
ANADOLU, düne kadar yalnız bir coğrafi ifadeden ibaretti. Öyle bir coğrafi ifade ki, buna, sahibi İstanbul’dan ibaret bir çiftliğin ismi demek caiz olabilirdi. ANADOLU toprakları üzerinde yaşayan, o toprakların harici ihtiraslara karşı müdafaasını kanıyla üstlenen milyonlarca insanın hiçbir hakkı yoktu. ANADOLU, İstanbul’a tabi ve esir, İstanbul ise haricin esiri… İki katlı bir esaret altında bütün ANADOLU sakinleri asırlarca ezilmeye mahkum kalmıştı. İstanbul’un bir emri, Macar Ovaları’nda at koşturan vezirlerin haşmet ve debdebesi için yüz binlerce ANADOLU Türkü’nün kanlarını akıtmalarına yetiyordu. İstanbul’un bir sözü, bütün ANADOLU Halkı’nın mukadderatı üzerinde en karanlık hükümlerin, derhal hükmünü icra etmesine kafi geliyordu. Halbuki ANADOLU, artık hayatı ve hayatını böyle anlamıyor!
ANADOLU, şimdiye kadar vermiş vermiş, İstanbul’un boynuna taktığı esaret zinciri altında sürüklene sürüklene bugüne kadar gelmişti. İstanbul, hariçten gördüğü baskılara karşı kendisini kurtarmak istediği müddetçe, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun parçasını birer birer ötekine berikine dağıtmaktan başka bir şey yapmış değildi. İki asırdan beri verdi verdi ve nihayet verecek bir şeyi kalmadığı için, bu defa da ANADOLU’yu fedaya karar verdi. İstanbul, İstanbul’da rahatına bakmak, gününü hoş geçirmek için nihayet ANADOLU’yu da feda edince, artık bu defa ANADOLU, eski kör itaat ve teslimiyetten çıkmaya lüzum gördü ve ‘Ne İstanbul, Ne de Ötekiler!’ diyerek, kimseye karşı esaretle bağlı olmadığını göstermek üzere, bütün hayatı müddetince bu defa da kendisi için silahına sarıldı. Bu ayaklanma artık ANADOLU kelimesinin ifade ettiği manayı değiştiriyor, tarihin hadiseler enkazı altında gizlenmiş duran hakiki ANADOLU fikrini meydana çıkarıyordu.
Evvela coğrafi bir ifade, sonra iktisadi bir ifade ve nihayet de milli bir ifade olan ANADOLU, ne İstanbul’un ne de Avrupa’nındır. ANADOLU, kendisinin, yalnız üzerinde yaşayan insanlarındır. Yani, ANADOLU Anadolulularındır. ANADOLU’nun olmayan her yer de başkalarının, yani o topraklar üzerinde böyle coğrafi, iktisadi ve milli bir varlıkla var olanlarındır.
ANADOLU, şu son on sene zarfında pek çok felaketlere uğradı, pek çok musibetler gördüyse, bunlar faydasız kalmış değildir. ANADOLU, hiç olmazsa bu suretle varlığının manasını öğrenmiş, onu tamamen anlamış oldu. Bu öğreniş ve anlayış faydalarla doludur.
ANADOLU, bu defa, yani ilk defa olarak, bir fikir için mücadele ediyor. Evvelce İstanbul için, vezirler ve vekiller için, padişahlar için kan dökerdi. Bu defa yalnız kendisi için, kendi hayatını kurtarmak üzere uğraşıyor. Bunda başarılı olacağı da şüphesizdir. Çünkü bu defa ANADOLU’nun düşmanlarıyla mücadele eden kuvvet, bir takım Osmanlı paşalarının ve padişahların idare ettiği orduların kuvveti değil, halkın ruhundan doğan ve halk kitleleriyle ifade edilen bir fikirdir!
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi
5 Kasım 1920

Derleyen ve Yayına Hazırlayan
CENGİZ ÖNAL
Cumhuriyet Neferi